Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Tarih

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10-02-2007, 11:03   #201
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

4) Çok ileri görüşlüydü. Gerek Türkiye'ye, gerekse dünyaya ilişkin yargıları
hep doğru çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nı kaybedeceğimiz, İkinci Dünya
Savaşı'nın çıkacağı, Kral Edward'ın Madam Simpson için tahtından ayrılacağı,
Mussolini'nin halkı tarafından linç edileceği, Majino Hattı'nın aslında bir
Nasreddin Hoca türbesi niteliği taşıdığı, İkinci Dünya Savaşı'nda Romanya'nın
kaderi, Hatay konusunda Fransa'nın tutumu hep doğru tahmin ettiği olaylardır.
Türkiye hakkındaki yargıları ise, olayları bizzat kendi iradesiyle de
biçimlendirdiği için hemen hemen hiç yanlış çıkmamıştır.
Özellikle uluslararası ilişkilerde belirginleşen bu ileri görüşlülük 1935
yılında Gladys Baker'in ağzından aktarılan şu öyküde iyice vurgulanır:
--Savaş çıktığı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilecek mi?
--Olanak yok-- dedi. --Olanak yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika'nın milletler
topluluğunda işgal ettiği yüksek durumu herhalde etkili olacaktır. Coğrafi
durumları ne olursa olsun, milletler birbirlerine birçok bağlarla
bağlıdırlar.--
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:03   #202
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Atatürk, dünyadaki milletleri, bir apartmanda oturanlar gibi görüyor.
--Birleşik Amerika Cumhuriyetleri bu apartmanın en lüks dairesinde
oturmaktadır. Eğer apartman, oturanların bazıları tarafından ateşe verilirse,
diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına olanak yoktur. Savaş için de
aynı şey olabilir. Birleşik Amerika Cumhuriyetlerinin bundan uzak kalması
olanaksızdır.--
Atatürk şu sözleri ilave etti: --Bundan başka, Amerika büyük ve kuvvetli ve
dünyanın her yerinde ilişiği olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset
ve ekonomi yönünden ikinci basamaktaki bir duruma düşmeşine hiçbir zaman izin
veremez.-- (Arıburnu, 1976:328).
5) İnsanları iyi tanır ve kimi nerede, nasıl görevlendireceğini bilirdi.
Lozan Konferansı'na Rauf Bey yerine İsmet Paşa'yı seçerek yollaması, ordu
komutanları arasında yaptığı tercih ve atamalar, Cumhuriyet döneminde seçtiği
bakanlar ve öteki yöneticiler, sofrasının değişen konukları hep bu
yeteneğinin belirtisidir. Örneğin, İsmet Paşa'yı Lozan'a --Başmurahhas-- olarak
yollarken yaptığı şu değerlendirme, ondan sonra yıllarca siyaset sahnesinde
kalan İsmet Paşa'yı ne güzel anlatır:
--... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz. Çünkü, ömrü cephede geçti. Ankara'da
pek az müddet kaldı. Tanımaya vakit ve imkan bulamadınız. Bu adam zekidir,
müdebbirdir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik hassası kuvvetlidir. Mesela
içinizden birini şu masayı devirmeye memur etsem, iki üç, nihayet dört
şekilde devirebilir. Halbuki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek
iktidarına maliktir.-- (Banoğlu, 1955:85).
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:04   #203
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu konuda bir başka küçük fıkra durumu bir başka açıdan, olumsuz kişiler
yönünden daha iyi değerlendirmemize de yardımcı olacaktır. Osmanzade Hamdi'nin
ağzından Banoğlu aktarıyor:
--İsmi lazım değil, böylelerinden biri, bir gün tesadüfen sofrasında
bulunuyordu. Onu göstererek, sofradakilere dedi ki: --Bu zatı tanır mısınız?
Devri Hamidi'de Padişahın meddahıydı. ..Meşrutiyet olunca, onun aleyhinde
bulunarak, İttihat ve Terakki'ye sokuldu. Onlar da düşünce, aleyhlerinde
demediğini, yazmadığını bırakmadı. Şimdi bizden görünüyor. Fakat bizim de
arkamızdan kimbilir neler söyleyecek!-- Biz bu sözlere sanki kendimiz muhatap
oluyormuşuz gibi, renkten renge girerken, asıl muhatap olan zatı şerif ise:
--Allah ömürler versin Paşam...-- diye yaltaklana yaltaklana yılışıyordu.
Atatürk'ün --kötü-- bilerek, sevmediklerini de bazen kullanmakta müamahakar
davranışının, herhalde, bizce meçhul, bir sebep ve hikmet vardı.--
(Banoğlu, 1954-b:94).
İnsanları değerlendirmesi hem olumlu, hem de olumsuz kişiler için nesnel ve
başarılıydı. Şu örnek de başka bir olumlu değerlendirmenin öyküsüdür:
--Birinci Meclis'in kuruluşundan kısa bir zaman sonra asilerin Nallıhan'da,
kaymakamı balta ile kestikten sonra, Ankara üzerine yürüyecekleri şayi
olmuştu. Meclis azaları, Mustafa Kemal Paşa'ya başvurdular. O da bilatereddüt,
--Refet Bey'i (Paşa) gönderelim. Başka çaremiz yok... Bu işin hakkından ancak
o gelebilir-- dedi.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:22   #204
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Hiç unutmam, Refet Bey, atına binerek arkasında Bursalı Hüsnü Başçavuş
isminde askerle, Nallıhan istikametine yollandı.
Hepimiz müthiş bir heyecan ve korku içinde büyük tereddütlerle Refet Bey'i
uğurladık:
Gitti... Hayret edilecek bir süratle isyanı bastırdı ve arkasında muhtelif
topçu ve süvari kuvvetleriyle Ankara'ya döndü.-- (Banoğlu, 1955:85).
6) İlkeleri açısından sert, kişisel açıdan hoşgörülü ve bağışlayıcıydı.
Atatürk , hakkında anlatılanların vurguladığı bir başka gerçek, ilkelerinden
ve özellikle devrimlerinden hiç ödün vermediği, buna karşılık, kişisel
bakımdan hoşgörülü ve bağışlayıcı olduğuydu. Şu öykü gerek ilkeler, gerekse
kişisel bağışlayıcılığı açısından ilginçtir:
--Florya köşkünde mutad akademik toplantıların yapıldığı bir gecedir.
Atatürk'ün huzurunda birçok ilim adamı vardır. Vali ve belediye reisi
Muhittin Üstündağ da sofrada hazır bulunanlar arasındadır. Mevzu, dil
devriminin gittikçe ilerlemekte ve inkişaf etmekte olan araştırmalarına
intikal etmiştir . Muhittin Üstündağ, ilmine ve fazlına çok inandığı Osman
Ergin'den bahsediyor, şahsi olmamakla beraber zirai terimler üzerinde çok
orijinal bir tetkik yapmış olduğunu söylüyor. Atatürk bundan çok memnun
oluyor ve --Çağıralım buraya-- buyuruyor. Osman Ergin o zaman Büyükada'da
oturmaktadır. Florya köşkünden kalkan bir motör Osman Ergin'i getirmek için
yola çıkıyor. Muhittin Üstündağ, --Son hazırladığı ziraat makalesini de
beraberinde getirsin-- haberini gönderiyor. Büyük bilgin Osman Ergin, gece
yarısı Muhittin Bey'in haberini alınca, telaşlanıyor. Nereye, niçin davet
edildiğini anlamıştır. Atatürk'ün huzuruna davet edilmesini, hayatında bir
fali-hayır addediyor. Ömrü boyunca, mütevazi köşesinde sadece ilim aşkıyla
çalışmanın mükafatını ancak bugün görecektir. Kendisini yakından tanıyan ve
hürmet eden Muhittin Üstündağ'a da böyle bir zemin hazırladığı için minnet
duymaktadır. Osman Ergin'in motöre binerek Florya köşküne gelinceye kadar
geçirdiği zaman, büyük ilim adamına sonsuz bir inşirah vermiştir. Ilık bir
rüzgar esmekte, motör denizi yara yara mesafeleri yutmaktadır. Motör, köşkün
iskelesine yanaştığı vakit memurlar, polisler koşuyorlar, iskeleye çıkan
Osman Ergin'i hürmet ve tazimle selamlıyorlar. Haber veriliyor ve Osman Ergin
derhal içeri alınıyor. Atatürk'ün gözlerinde neşeli pırıltılar yanıp
sönmektedir. Muhittin Üstündağ, Osman Ergin'i Büyük Ata'ya takdim ediyor.
Atatürk, --Muhittin'i bunun için severim. İlim adamlarını buluyor, onları
himaye ediyor...-- Ve Osman Ergin'i yanındaki koltuğa davet ediyor. Hazırladığı
makaleyi okumasını emrediyor. Osman Ergin, makalesini çıkarıyor. Bütün ömrünü
bu milletin ve bu memleketin irfan hayatına hizmette harcamış olan büyük
bilgin okudukça Ata takdirlerini saklamıyor, arada bir, bir kelime, bir buluş
hakkında bizzat izahat vererek Osman Ergin'in isabetli fikirlerini alkışlıyor.
Makalenin okunması bittiği zaman herkes memnundur. Herkesin yüzünde Ata'nın
memnuniyetinden duyulan hazzın izleri titreşmektedir. Osman Ergin, derin bir
nefes aldıktan sonra, makalesini katlayıp cebine koymak üzeredir. Birden bir
hadise... Hiç beklenmeyen bir hadise... Ata'nın kaşları çatılmış, biraz
evvelki tatlı, mültefit sesi çelik gibi şertleşmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:23   #205
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

--Ver bakalım Osman Bey
şu makale müsveddelerini!-- Bu ses salonda hazır bulunanların hepsini birden
irkiltmişti. Osman Ergin, cebine koymak üzere bulunduğu makaleyi Atatürk'e
uzatmadan önce, hazır bulunanlardan bazılarının yüzlerine şöyle seri bir
nazar atfediyor. Okuduğu mana, kendisini büsbütün şaşırtıyor ve gayriihtiyari
elindeki müsveddeleri Atatürk'e uzatıyor. Şimdi Ata'nın kalın kaşları
çatılmış, açık alnı kırışıklıklarla dolmuştu. Hiç kimsede ne ses, ne küçük bir
hareket vardır. Muhittin Üstündağ başını önüne eğmiş, Ata'nın sofrasında daha
fazla imtiyazı olanlar, daha bir dakika evvel bizzat Atatürk'ün içten
takdirlerini toplayan Osman Ergin'e acır gibi bakıyorlar. Bu derin sükutu,
ruhları ürperten, sert, ordusuna ölüm dirim komutasını veren bir askerin gür
sesi, Atatürk'ün asabi olduğu kadar heyecanlı sesi ihlal ediyor. --Siz Bay
Osman Ergin, benim bu memlekette bir harf inkılabı yaptığımı bilmiyor
musunuz?-- Bu derin şükutun muamması artık çözülmüştü. Fakat hakikaten özlü,
büyük bir çalışma neticesinde hazırlanmış ve üstelik, birçok ilim adamlarına ve
profesörlere nasip olmayan takdirleri kazanmış bulunan bu makalenin en büyük,
hatta affedilmez hatası, Arap harfleri ile yazılmış olmasıydı. Atatürk'ün bu
husustaki sonsuz hassasiyetini çok iyi bilenlerden biri de Muhittin Üstündağ
olduğu halde, nasıl olmuş da hatırlayamamış ve Osman Ergin'e bu noktayı
bildirmemişti. Fakat artık iş işten geçmiş bulunuyordu. Şimdi Ata'nın bu
asabiyetini kim ve nasıl teskin edecekti? Buna kimse cesaret edemiyor, hazır
bulunanlardan bir tanesi, ara bulma ve şefaat dileme yoluna gidemiyordu.
Atatürk, elindeki müsveddeleri buruşturuyor, sonra Osman Ergin'e soruyor:
--Sizin memuriyetiniz ne idi?-- Vak'anın bundan sonraki kısmını, Osman Ergin'in
ağzından nakledelim. Osman Ergin diyor ki Atatürk, --Benim bu memlekette bir
harf inkılabı yaptığımı bilmiyor musunuz?-- dediği vakit, beynimden vurulmuşa
dönmüştüm. Gözlerim kararmış, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Davanın
tamamiyle kaybedilmiş olduğunu anlıyor ve buradan nasıl kurtulacağımı
düşünüyordum. İkinci suali sebebini anlayamadığım bir hisle beni ümide
düşürdü, memuriyetimi soruyordu. Belki bunda bir necat yolu vardı. Derhal,
--Mektupçuyum Atam...-- diye cevap verdim. Bu cevabım Ata'yı teskin edecek
miydi? Bu ümidim de ancak birkaç saniye sürdü. Atatürk biraz evvelki şiddetle,
--Bu mektupçuluğu tamamiyle lağvetmeli!..-- diye gürledi. Önce söylenen sözleri
kendi kendime bir daha tekrarladım. Sesin kulaklarımdaki aksini içimde
duymağa çalıştım. Evet, Atatürk, yurttaki bütün mektupçuları azledeceğini
söylemişti. O zaman gözümün önüne tanıdığım birçok mektupçu dostlarım
geldiler. Ve büyük bir ateş içimi kapladı. Benim yüzümden bunca günahsız
mektupçular, birden azledilecekler, aç, perişan kalacaklardı. Ve zavallı
meslekdaşlarıma ben sebep olacaktım. Nasıl oldu, ani bir ilham geldi, bunu
hala bilmiyorum. Salonda bulunanların hepsini sindiren ve herkesi titreten
Ata'nın bu hiddeti karşısında ben birden cesaretlenmiştim. Kelimeler
kendiliğinden ağzımdan döküldü: --Atam, dedim, mahvedecekseniz beni mahvediniz,
diğer meslekdaşların bunda ne günahları vardır... Atatürk'ün birden bana doğru
döndüğünü ve şert bakışlarını bana tevcih ettiğini gördüm. Asabiyeti
eksiltmemiş, artmıştı. Elindeki kalemi şiddette yere çarptı ve: --Ben kimseyi
mahvetmem!..-- dedi. Ruhumda tatlı bir rüzgar esmeye başlamıştı. Demek,
meslekdaşlarım mahvolmaktan kurtulmuşlardı. Oh!.. Bu, benim için ne büyük
saadetti. Fakat hala, orada hazır bulunanların sesi çıkmıyor, hala hepsi
susuyordu. Biraz evvel boynunu büken Muhittin Üstündağ'a diğerleri de imtisal
etmişlerdi. Onlar da önlerine bakıyorlar, kimse imdadıma yetişmiyordu. Bu hal,
maneviyatımı büsbütün bozuyor, yıkıyordu. Artık, fazla bir şey ne
düşünebiliyor, ne de düşünsem söyleyebilecek takate sahip bulunuyordum.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:23   #206
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu
derin, sinir bozucu sükutu yine Atatürk bozdu, kulaklarda değil, kalpte
duyulan bir sesle, sadece: --Vasıta!-- dedi. İnsan kafasında ne kadar olgun
fikir yuva yapmış olursa olsun, hadiseler, çok defa insanı çocuklaştırır,
çocukça düşündürür. Bu mecliste bir suçluydum. Ata'nın inkılaplarına cephe
alan bir suçlu ve suçum en yakın dostlarım tarafından bile kabul ediliyordu.
O kadar ki, beni müdafaaya bile kimse cesaret edemiyordu. O halde --vasıta--
neydi? Böyle zamanlarda şeytan da vazifesini bütün kudretiyle yapar. --Vasıta--
bana Abdülhamit devrini hatırlatmıştı. Yoksa ayaklarıma taş bağlayarak beni
denizin dibine mi göndereceklerdi? Bu ıstıraplı hal fazla devam etmedi. Bir
sivil nezaketle dışarı davet etti. Yerimden güçlükle kalkarak yürüdüm.
Kapının önündeki polisler, yine içeri girerken olduğu gibi tazim ile
selamlıyorlardı. İskelenin yanına geldik. Beni en büyük ümitlerle buraya
getiren motör, iskeleye yanaşmış, duruyordu. Polis doğru oraya gitti ve
kenara çekilerek yol gösterdi. Motöre, boş bir çuval gibi dönmüştüm. Derin
derin nefes alıyor ve birkaç dakika içinde geçen vukuatı kafamda toplamaya
çalışıyordum. Bir aralık aynı polis yaklaştı: --Paşa da gelecek, onun için
biraz bekleyeceksiniz-- dedi. Paşa niçin gelecekti, ben ne kadar daha
bekleyecektim? Bunlardan bir netice çıkaracak halde değildim. Kımıldamadan
uzanmış, yıldızlara dalmıştım. Bu halde ne kadar bekledim, ne kadar zaman
geçti, bilmiyorum. Bir aralık bir ayak sesi duydum. Gayri ihtiyari başım o
tarafa döndü. Bakar bakmaz da, kelimelerle izahı mümkün olmayan ani ve müthiş
bir sarsıntı geçirdim. Çünkü köşkün iskelesinde bana doğru ilerleyen bizzat
Atatürk'tü ve yalnızdı. Bir hayal görmekte olduğum zehabına kapıldım. Korkunç
derecede ağırlaşmış olan elimi güçlükle kaldırarak gözlerimi oğuşturdum.
Hayır, gördüğüm hayal değildi. Atatürk, kısa, kollu bir gömlek giymişti ve
ağır adımlarla bana doğru geliyordu. Benim için yapacak en küçük bir hareket
yoktu. Esasen bir şey düşünemiyordum. Belki hava almaya çıkmıştı, beni
görmeden dönebilirdi. Görülmeyi istemiyordum, fakat kendimi gizlemeye de
imkan yoktu. Atatürk, istikametini bana tevcih etmişti. Birkaç adım sonra
motörün yanında durdu ve elini bana uzattı. Sert, fakat, tatlı, müşfik bir
sesle: --Osman Bey-- dedi, --sizi biraz kırdım.-- Cevap veremedim. Elimi sıkmıştı,
iltifat ediyordu. Ben yerimden kalkmıyordum. --Böyle yapmaya mecburdum.
Yazınız beni cidden memnun etti, çok çalışmışsınız, çok güzel buluşlarınız
vardır. Yalnız, bilmelisiniz ki, bu millet için yaptığımız inkılapları, her
türlü manii yıkarak yaşatmaya mecburuz. Bu inkılabın esaslarını tatbik
etmekle mükellef olan kimseler de bunu böylece bilmelidirler. Binaenaleyh,
içerideki vak'a, daha fazla onlara, orada hazır bulunanlara bir ders olsun
diye vukua gelmiştir, Senin şahsına istemeyerek yapılan bu hareketi hoş
görmeniz lazımdır.-- (Banoğlu, 1954-a:20-23).
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:23   #207
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Görüldüğü gibi, bir kısmı doğrudan doğruya onu yaşayan Osman Ergin'in
ağzından olmak üzere, Banoğlu tarafından aktarılan bu fıkra, yalnız
Atatürk'ün birkaç karizmatik özelliğini birden belirtmekle kalmıyor, aynı
zamanda bu karizmatik lider karşısında, bir insanın iç dünyasını ve onun
karizmasını nasıl gördüğünü de yansıtıyor. Ayrıca, fıkranın bir özelliği de
Atatürk'ün kimi zaman bütünüyle, çevresine belli bildirileri aktarmak için
planlı ve programlı bir tutum içinde olduğunu ortaya koymasıdır. İlerde
üzerinde ayrıca duracağım bu konuya, yani Atatürk'ün kendi liderliğini
bilinçli bir biçimde kullanma konusuna, şimdilik yalnız işaret etmekle
yetiniyorum. Fıkranın buradaki önemi, ilkelerdeki ödünsüzlüğü ve kişisel
hoşgörüyü vurgulaması ve karizmanın bir başkası tarafından nasıl
algılandığını belirtmesidir.
Biraz farklı, fakat benzer bir olay kendisine verilen çiçeği, veren
öğretmen peçeli diye almamasıdır. Sonuçta peçe açılmış, çiçek alınmıştır
(Aslan, 1981:159-163).
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:23   #208
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

7) Duruma göre esnek davranmasını bilirdi. Onun her durumun üstesinden
geleceğine, bütün karşıtlarıyla şu ya da bu biçimde başa çıkacağına olan
inanç her zaman Mustafa Kemal'in cesaretine ve atılganlığına da bağlı değildi.
Kimi zamanlar onun, uygun durumu beklediği ve bu bekleyiş sırasında boyun
eğmiş göründüğü anlatılanlar arasındadır. Onun bu tutumunu, bütün Bağımsızlık
Savaşı süresince Padişah'a açıkça karşı çıkmamasında, Çerkes Etem'e son
dakikaya dek tahammül etmesinde ve benzeri pek çok genel stratejik olayda
görmek olanağı vardır. Şu hikaye durumu çok daha açık olarak belirleyecektir:
Birinci Meclis zamanında, İkinci Grup, Trabzon'a vali vekili olarak atanan
bir komutan dolayısıyla, zamanın Dahiliye Vekili Fethi Bey'i sorguya
çekmektedir. Sorguyu sonradan Atatürk'ün fedaisi Topal Osman tarafından
öldürülen Trabzon Mebusu Ali Şükrü yönetmektedir. Olayı İsmail Habib Sevük
anlatır:
--Fethi Bey kimbilir kaçıncı defa kürsüye çıkmaya hazırlanırken ve Ali Şükrü
henüz kürsüdeyken, Birdenbire bir lav patlamış gibi Gazi'nin sesi duyuldu:
--Reis Bey, söz isterim!-- Gazi, Meclis'te çok defa, kapıdan girince sol
tarafta bulunan Diyap Ağa'nın yanında otururdu. Diyap Ağa seksenlik, uzun ve
süt gibi beyaz sakallı, okuma yazması olmayan, fakat Gazi'ye hep --Kurban olam
Paşam!-- diye hitabı itiyat edinmiş, iyi yürekli bir Şark mebusuydu.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:24   #209
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Şef şimdi
gene onun yanında apansız ayağa kalkmış, --Reis Bey, söz isterim!-- diyor.
Belli, saatlerdir, mes'uliyeti kendinden atıp Şef'e kadar götürmemek için
arkadaşı Fethi Bey'in gösterdiği tahammüle artık kendisi tahammül edemez hale
gelmiştir. Onun ani bir infilakla, --Söz isterim!-- diye ayağa kalkması üzerine
bütün Meclis darabanı durmuş bir kalp gibi sustu. Çıt yok. Baktım, kürsüde
duran Ali Şükrü'nün yüzü sapsarı. --Söz isterim!-- diyen ses infilakinde devam
ediyor. --Dahiliye Vekili yenidir, onu neye sıkıştırıp duruyorlar? Meseleyi
ben bilirim, eğer mes'uliyet varsa bana sorsunlar, ben cevap vereceğim.-- Ali
Şükrü yumuşak ve sakin cevap veriyor: --Meclis Reisimizden istizah hakkımız
olduğunu bilmiyordum ve sanıyordum ki, böyle bir hakkımız yoktur!-- Doğru,
Meclis Reisi demek, fiilen devlet reisi demekti. Devlet reisinden istizah
olunur mu? Aniden bunun farkına varan Şef, o şaklar gibi çıkan sesiyle devam
ediyor: --Yalnız Meclis Reisi değil, aynı zamanda Başkumandanım; o sıfatla
istizah edebilirler!-- Yoo... Bu hiç olmadı. Baktım Ali Şükrü'nün benzi yerine
gelmişti. Mantığın kendisinde olduğunu bilen bir insan emniyetiyle cevap
veriyor. --Mesele askerliğe ait bir iş değil ki Başkumandandan istizah edelim!--
Şefteki infilak yeniden hıza gelmiş bir hamleyle gürledi: --Ne demek! İstihzaha
mevzu olan zat yüksek rütbeli askerdir. Ordunun şerefli bir uzvu hakkında
söylenmedik söz kalmadı. Bu kürsüden bunları mı işitecektir?-- Bu sefer
verilecek cevap daha kolay, nitekim Ali Şükrü de kolayca cevap veriyor: --Biz
onun harekatı hakkındaki istizahı asker olduğu için değil, sırf vali vekili
olduğu için yapıyoruz.-- A... Şef oturuverdi- Sanki hiçbir şey olmamış gibi
Diyap Ağa'yla sakin sakin konuşuyordu. Lavını fırlatıp duran volkan, bak,
birdenbire lavını içine çekivermiş. Şef, Meclis'i hangi silahlarla idare
ediyordu? Teshir, ikna, ilzam, tehdit, ikaz, ifşa, teşhir ... Şimdi yeni bir
silahını daha görüyoruz: --Hazım--. Bu hazım . bize en haşmetli gürleyişinden
daha heybetli geldi.-- (Banoğlu, 1955:63).
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2007, 11:24   #210
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Bu öykünün başına ve sonuna baktığımızda liderin --esnek davranış--ına kanıt
olarak söylenen şu sözleri de görüyoruz:
--Saklı karar'ın yarısı saltanatın ilgasıyla, tamamı da Cumhuriyet'in
ilanıyla meydana çıkacak. Şefle muhaliflerini yıllarca çarpıştıran bu esas
davada Şef sonuna kadar nasıl muvaffak oldu? Kullandığı silahlar çok
çeşitliydi: --Biz bize benzeriz-- dediği zaman silahı --teshir--dir. --Vazife ve
selahiyet-- nutkunu beş saat söylediği zaman o silah --ikna--dır. Başkumandanlık
meselesinde --Bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım-- dediği zaman o silah
--ilzam-- ve --tehdit--, --Ey Meclis, içinizde casus da var!-- diye bağırdığı zaman
silahı hem --ikaz--, hem --ifşa-- ve... Şefi mebusluktan tecrit için hazırlanan o
sinsi layihaya karşı bütün millete müracaat ettiği zaman da o silah ibretli
bir --teşhir--di.--
İşte öyküsüne bu sözlerle giren İsmail Habib Sevük, öyküden sonra, --Cesur,
atak, çetin, bütün selahiyeti kendinde toplamış gümbürtülü bir Meclis--i
Atatürk'ün nasıl yönetmiş olduğunu kendine sorarak şu yanıtı veriyor:
--İlzam--dan --hazm--a, --teshir--den --teşhir--e kadar her türlü silahı
kulanarak.-- (Banoğlu, 1955:63).
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 11:54 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580