![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #271 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mustafa Kemal'in Liderliği ve TBMM Öyle durumlar vardır ki, karar alma biçimi son derece otokratik, hatta diktatörcedir. Örneğin, Başkomutanlık yetki yasası Meclis'te uzatılmadığı zaman bakın nasıl bir tutum takınıyor: --Meclisi Alinin, Başkumandanlığın lüzumuna kani bulunduğuna şüphe olmamakla beraber, muhalefetin hiçbir esasa müstenit olmayan tezahüratı, Meclis kararını, şayanı arzu olmayan noktada tezahür ettirdi. Bunun neticesi ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Başkumandanlık iki gündür, muğlak ve muallak bulunuyor. Bu dakikada ordu, kumandansızdır.. Eğer ben, orduya kumanda etmekte devam ediyorsam, gayrıkanuni kumanda ediyorum. Mecliste tecelli eden reye göre, derhal kumandadan keffiyedetmek isterim ve Başkumandanlığımın hitam bulunduğunu hükütmete iblağ ettim. Fakat gayrikabili telafi bir fenalığa meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan ordumuz, başsız bırakılamazdı. Binaenaleyh, bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım.-- (Atatürk, tarihsiz:662). Bu tutum karşısında Meclis, yeni bir oylamaya gider ve 11 red, 15 çekimsere karşı, 177 oy ile, Mustafa Kemal Paşa'nın Meclis'in bütün yetkilerini kendinde toplamasına olanak veren Başkumandanlık kanunu uzatılır. Atatürk için amaç, ülkenin bağımsızlığı ve o aşamada, düşmana karşı yürütülen savaşın kazanılmasıdır. Liderliğinin otoriter mi, demokratik mi olduğu, bunalım anlarında onu hiç ilgilendirmez. İlgilendiği nokta, amacın gerçekleşmesidir. Kendisini amaçtan saptıran biçim ve üslup çeşitlemeleri kimi zaman onun içinde bulunduğu koşullarda bir lüks niteliği kazanmış, o da duraksamadan, amacına en çabuk vardıracak yolu seçivermiştir. Aslında, henüz safların sıkılaşmadığı, toplumda --meşru-- otoritenin kim olduğu tartışmalarının sürdüğü zafer öncesi Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi sırasındaki Mustafa Kemal Atatürk'ün genellikle --otokratik-- lider rolünü benimsediğini rahatça söyleyebiliriz. Bu konudaki tutumunu en açık biçimde hep onun yanında bulunmuş olan Falih Rıfkı şöyle anlatıyor: --Kendine has bir reisliği vardı. O zamanlar takrirlerin oya konmadan önce reis tarafından açıklama yapılması adetti. Mustafa Kemal'in açıklaması öyle olurdu ki, takririn kabul mü, yoksa red mi edilmesini istediği anlaşılırdı. Bir defa böyle takrirlerden birini oya koydu, beklediğinin aksi çıkınca: --Lütfen ellerinizi indirir misiniz? Galiba iyi izah edemedim...-- dedi ve yeniden red kararı istediğini hissettirerek izah etti. Büyük devrim başlangıcında hiçbir şeyi oluruna ve tesadüfe bırakmak niyetinde olmadığı belliydi.--(Atay, 1969:362-363). | ||
![]() |
|
![]() | #272 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu satırlar, Mustafa Kemal Paşa'nın --amacı-- hiçbir zaman gözden kaçırmadığını olduğu kadar, kişisel ve ortamsal liderliğinin keskin özelliklerini de vurguluyor. Aslında Meclis'in oluşumuna baktığımız zaman, Atatürk'ün bu davranışının nedenlerini de bütün açıklığıyla görüyoruz. Bu Meclis, tutarlı ve eşcinsten düşünceleri temsil eden bir Meclis değildi. Bu nitelik Atatürk döneminin --mütefekkir--lerinden Ahmet Ağaoğlu'nun sonradan siyasete atılan oğlu Samet Ağaoğlu tarafından şöyle anlatılıyor: --Bu Meclisi teşkil eden meb'usların ekserisi esaslı bir tahsilden mahrum, görünüşü basit ve mütevazi, bir çocuk kadar saf insanlardı. Bu insanlardan yine birçoğu fala, mucizeye, rüyaya inanıyordu. Bir kısmı temsil ettikleri vilayetin bir polis komiseriyken seçilmişti. Bazısı ilk mektep muallimi, bir kısmı henüz terhis edilmiş ihtiyat zabitleriydi. İçlerinde kabilelerinin ve dağlarının başında mutlak bir şekilde hükümran olan aşiret ve yolları kesen eski eşkiya reisleri vardı.-- (Ağaoğlu, 1945:39) . Aslında bu görünümün ardında yatan --seçim-- süreci de bugünlerdeki demokratik sistem içinde alıştığımız seçimden oldukça farklıydı. Bakın bu seçim, Mustafa Kemal Paşa'nın kendi sunduğu --tamim--ine göre nasıl yapıldı: | ||
![]() |
![]() | #273 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Vilayetlere ve müstakil Livalara ve Kolordu Kumandanlarına, Merkezi devletin dahi, Düveli İtilafiye tarafından resmen işgali, kuvvei teşriiye ve adliye ve icraiyeden ibaret olan Kuvayi Milliye devleti muhtel etmiş ve bu vaziyet karşısında ifayı vazifeye imkan göremediğini hükümete resmen tebliğ ederek, Meclis-i Mebusan dağılmıştır. Şu halde, makarrı devletin masuniyetini, milletin istiklalini ve devletin tahlisini temin edecek tedbiri teemmül ve tatbik etmek üzere millet tarafından, selahiyeti fevkaladeyi haiz bir Meclisin, Ankara'da içtimaa daveti ve dağılmış olan mebusandan Ankara'ya gelebileceklerin dahi bu Meclise iştirak ettirilmesi zaruri görülmüştür. Binaenaleyh, zirde dercedilen talimat mucibince, intihabatın icrası, hamiyet ve reviyeti vatanperveranelerinden muntazırdır : 1- Ankara'da salahiyeti fevkaladeye malik bir meclis, umuru milleti tedvir ve murakabe etmek üzere içtima edecektir. 2- Bu meclise aza olarak intihab olunacak zevat, mebusan hakkındaki şeraiti kanuniyeye tabidir. 3- İntihabatta livalar esas ittihaz edilecektir. 4- Her livadan beş aza intihab olunacaktır. 5- Her liva, kazalarından celbedeceği müntehibi sanilerinden ve merkezi liva müntehibi sanilerinden ve liva idare ve belediye meclisleriyle liva Müdafaa-i Hukuk Heyeti İdarelerinin ve vilayetlerde merkezi vilayet heyeti merkeziyelerinden ve vilayet idare meclisiyle merkezi vilayet belediye meclisinden ve merkezi vilayet ile merkez kazası ve merkeze merbut kaza müntehibi sanilerinden mürekkep bir meclis tarafından aynı günde ve aynı celsede icra edilecektir. | ||
![]() |
![]() | #274 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 6- Bu meclis azalığına, her fırka, zümre ve cemiyet tarafından namzet gösterilmesi caiz olduğu gibi, her ferdin de bu mücahedei mukaddeseye fiilen iştiraki için müstakilen namzetliğini istediği mahalde ilana hakkı vardır. 7- İntihabata, her mahallin en büyük mülkiye memuru riyaset edecek ve selameti intihaptan mesul olacaktır. 8- İntihap, reyi hafi ve ekseriyeti mutlaka ile icra ve tasnifi ara, meclisin içlerinden intihap edeceği iki zat tarafından, fakat huzuru mecliste ifa edilecektir. 9- İntihap neticesinde, bilumum azanın imza veya zat mühürlerini muhtevi üç nüsha mazbata tanzim olunacak. Bir nüshası mahallinde alıkonularak diğer iki nüshasının biri intihap olunan zata tevdi ve diğeri meclise irsal olunacaktır. 10- Azaların alacakları tahsisat, bilahare Meclisce takarrür ettirilecektir. Ancak azimet harcırahları intihap meclislerinin masarifi zaruriye hesabiyle takdir edeceği miktar üzerinden, mahalleri hükümetlerince temin olunacaktır. 11- İntihabat, nihayet onbeş gün zarfında ekseriyetle Ankara'da içtimaı temin edebilmek üzere itmam olunarak azalar tahrik ve netice azanın isimleriyle birlikte derhal işar edilecektir. 12- Telgrafın saati vusulü bildirilecektir. | ||
![]() |
![]() | #275 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Haşiye: Kolordu kumandanlarına, vilayete, müstakil livalara tebliğ olunmuştur.-- Mustafa Kemal bu tamimi, Heyet-i Temsiliye namına imzalamıştır (Atatürk, tarihsiz:421-422). Görüldüğü gibi, bir seçimden çok, güvenilir kişilerden oluşan yerel liderlerin bir bir toplantıda atayacağı kişilerin belirlenmesini istiyor bu tamim. Aslında, o günün koşulları altında başka olanak da yoktur. İIerde, --örgüt-- bölümünde göreceğimiz gibi, bu tamim, gerçekten Atatürk'ün --örgütçülüğü--nün tam bir kanıtıdır. Burada dikkate almamın nedeni, nasıl bir meclisle çalışmak zorunda kaldığını ve böylece, bu dönemdeki otokratik liderliğinin kaynaklarını belirlemektir. İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi de birinciden pek farklı değildir. Her ne kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın muhaliflerinden oluşan --İkinci Grup-- üyelerinin çoğu bu Meclis'te büyük ölçüde temizlenmişse de bakınız Falih Rıfkı, İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni nasıl anlatıyor: --1923 Ağustos'unda yan locaya çıkıp da salonda toplananlara bakanlar, yarı Asyalı bir teokratik Devletten tam Avrupalı bir laik devlet çıkarmak için bir sürü nizamlar koymağa hazırlanan devrimciler karşısında bulunduklarına şüphesiz inanamazlardı. Bunlar, eski müesseseleri yıkmak ve yeni müesseseler kurmak için açık programlı bir partiye söz vererek seçilmiş kimseler değildi. Vatanseverce işler görmeye gelen, fakat 10 kişisi ikinci onuna uymayan, yetişmece farklı, kafaca farklı, anlayışça, görüşçe, isteyişçe, çok defa taban tabana denecek kadar farklı bir --kalabalık--tı.-- Falih Rıfkı bu yargıları verdikten sonra, bu --kalabalık-- içinde Mustafa Kemal'in liderlik rolüne de çok isabetli bir biçimde işaret ediyor: | ||
![]() |
![]() | #276 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Mustafa Kemal'i liderlikten alınız. Yerine sağa doğru herhangi bir Şahsiyet koyunuz. Bu --kalabalık-- arasında böyle bir liderin bilakis eski müesseseleri ayakta tutmak ve kuvvetlendirmek için kolayca çoğunluk bulacağına şüphe yoktu. Mustafa Kemal kendi çoğunluğunu, yavaş yavaş ve yerine göre, ya sevilmesine ya sayılmasına ya korkulmasına, inanılmasına ve arkasından gidilmekten başka çare olmayacağı kaderciliğine dayanarak yaratacaktı. Bu çoğunluk yine de çok uzun yıllar suni ve eğreti olmaktan çıkmayacaktı.-- (Atay, 1969:359-360) . Atatürk'te Değişik Liderlik Rolleri Aslında, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği yalnız zaman kesimlerine ve sahip olduğu resmi sıfatlara göre değişiklik göstermekle de kalmaz. O, her büyük taktisyen gibi, kimlerle birlikte olduğuna, çevrenin ve durumun koşullarına göre tutum değiştirebilen, farklı karar mekanizmaları ve biçimleri kullanabilen bir liderdir. Bazen saltanatın kaldırılmasının ortak komisyondaki tartışması sırasında olduğu gibi kükrer ve --bazı kellelerin düşeceğinden-- söz eder, bazen de, Ali Şükrü'nün karşısında olduğu gibi (tuttuğu tarafı belli edip, hedefine ulaştıktan sonra) susar, yerine, oturur. Liderlik tipleri açısından Atatürk'e yakından bakıldığı zaman, otokratik liderlik ile demokratik liderlik mekanizmalarını değişik koşullarda kullandığını görüyoruz. Onun hiçbir zaman başvurmadığı yöntem, --Bırakınız yapsıncı-- liderlik tipidir. Zaten ciddi bir devrimcinin bu mekanizmaya başvurması gerçekten düşünülemez. | ||
![]() |
![]() | #277 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Büyük gruplarla çalıştığı zaman, görüntü olarak demokratik liderliğe önem vermekle birlikte, yöntem olarak, bu görüntünün altında otokratik liderlik modelini uyguladığı açıktır. Buna karşılık, inandığı ve güvendiği, yani temelde --devrimcilik--lerine (devrimciliği kendi anladığı biçimde) inandığı ve güvendiği arkadaşlarıyla birlikte iş yaparken, görüntüde olduğu kadar, esasta da demokratik liderliğe kaydığı olmuştur . Özellikle büyük ikna gücünü demokratik liderliğinin önemli bir aracı olarak kullanması, demokratik usullerle alınan kararların bile onun çizgisine uygun olmasını sağlamıştır. Zorunlu olmadıkça, yakın çevresinde demokratik liderliğin çok dışına çıkmak istemediği, tarihsel bir gerçektir. Sanırım, Kılıç Ali'nin anlattığı şu olay bunun tipik bir örneği olarak alınabilir: --Dil ve güneş teorisi üzerinde çalıştıkları günlerdeydi. Dolmabahçe Sarayı'nda bir gece özel dairelerindeki çalışma salonlarında Hikmet Bayur ile başbaşa kalmışlardı. Bu dil ve güneş teorisi üzerinde Hükmet Bey'e birtakım açıklamalar yapıyorlardı. Atatürk'ü Hikmet Bayur'la çalışmaya bırakarak, bütün arkadaşlar; yanlarından ayrılmış, odalarımıza çekilmiş, yatmıştık. Ertesi sabah uykudan kalktığımız vakit Atatürk'ün hala yatmadığını ve Hikmet Bayur'la başbaşa akşamki gibi aynı durumda çalışmayı sürdürmekte olduklarını öğrenince, arkadaşım Salih (Bozok) Bey'le beraber, derhal yanlarına gittik. Yüzleri kıpkırmızı olmuş, hala Hikmet Bayur'u inandırmaya çalışıyordu. Bir süre sonra çalışmaları bitti. Hikmet Bey de müsaadelerini aldı, çekildi. Yalnız kaldığımız zaman, arkadaşım Salih Bozok: --Paşam, niçin bu kadar yoruldunuz? Hikmet Bey yabancınız mı? Size bağlı bir arkadaşımız! --Böyle olacaktır!-- demeniz yeterli değil mi? Sabahlara kadar onu inandırmak için kendinizi niçin üzüyorsunuz?-- | ||
![]() |
![]() | #278 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Ha... İşte bu çok yanlış bir düşünçe. Bilirsiniz ki, Hikmet Bayur inatçıdır. Onu inandırmak lazımdır. O, bir kere inandı mı işi benimser!-- diye karşılık vermişlerdi.-- (Arıburnu, 1976:67-68) . Gerçekçi bir değerlendirme, Atatürk'ün liderlik mekanizmaları arasındaki seçiminin iki ögeye bağlı olduğunu gösterir: Birinci öge, yakın hedefine ve uzak amacına en uygun kararı aldıracak olan mekanizmanın seçimidir. İkinci öge ise, kendisine karşı savaşını verdiği Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal yapısına karşı meşru temellere dayalı bir güç oluşturabilecek ve bu meşruiyeti yeni kuracağı yapının temeli yapabilecek mekanizmalardır. Birinci öge onu esasta otokratik liderliğe, ikinci mekanizma ise, görünüşte demokratik liderliğe itmiştir. Çünkü, çabuk ve kesin kararlar almak gerekliliğine karşı, gerek Batı'nın gözünde, gerek kendi ideolojisi içinde, gerekse yeniden biçimlendirmekte olduğu toplum içinde --kabul edilebilir--, yani --meşru-- bir mekanizma oluşturmak zorundaydı. Onun için ta işin başından beri belli ölçülerde temsil yetkisi olan --örgütler-- kurmuş ve onlarla çalışmıştı. Çünkü, yalnız fiilen değil, kuramsal olarak da gücünü bu --örgütler--den alıyordu. Büyük Millet Meclisi de bu örgütlerden biriydi (Bu konuda, --örgüt-- bölümünde daha derinliğine çözümleme yapılmaya çalışılacaktır) . Görev liderliği ile toplumsal-duygusal liderlik rolleri karşısındaki durumu da, aynen karar mekanizmaları karşısındaki durumu gibidir: Zamana ve koşullara göre bu işlevleri, bazen birini öne alarak, bazen ikisine de aynı ağırlığı ve önemi vererek, kendi kişiliğinde bütünleştirmiştir. Atatürk'ün Sofrasının İşlevi Mustafa Kemal Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri, çevresiyle olan insan ilişkilerini hep yumuşak, sıcak ve içten tutmuş olmasıdır. Harbiye yıllarından beri, arkadaşlarıyla sürekli tartışmakta, onlarla birlikte gizli örgütler kurmakta, eylemine sürekli ortak ve destek aramaktadır. Bütün bu etkinlikleri sırasında yemek ve içki sofraları, bir eğlence ve rahatlama değil, bir dertleşme ve planlama toplantıları niteliğindedir. Bu olguyu Harbiye'den beri onunla temas etmiş olan arkadaşlarının sonradan yayımlanmış olan anılarından kesinlikle anlıyoruz. | ||
![]() |
![]() | #279 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İşte bu tür --sofra-- ilişkileri, onun toplumsal-duygusal liderlik işlevini en belirgin bir biçimde yerine getirdiği ortamı simgeler. Aslında Atatürk, hep bir --görev-- lideri olmuştur. Önce, İmparatorluğu ıslah etmek, sonra düşmana karşı savaşmak, daha sonra işgalci düşmanı ülkeden kovmak, Cumhuriyet'i ilan ederek, yeni bir devlet üretmek, en sonunda da yeni bir toplum yaratmak hep onun belli bir sıra içinde ve gerçekçiliğine uygun olarak yüklendiği --görev--lerdi. Bu açıdan bakıldığında, onun liderlik işlevinin daha çok --görev liderliği-- modeline uygun olduğu sanılabilir. Fakat bu izlenim doğru değildir. Çünkü, yaşamının her aşamasında gerek siyasal ve toplumsal ittifakı açısından yaptığı --toplayıcılık-- işlevi, gerekse her dönemde içinde bulunduğu farklı grupların moralini yüksek tutmaya çalışması, --toplumsal-duygusal-- liderlik rolünü hiçbir zaman göz ardı etmediğinin kanıtlarıdır. Nesnel tarihsel verilere baktığımızda, Mustafa Kemal Atatürk'ün o zamanki dağınık ve bütünleşmiş olmaktan uzak Osmanlı toplumsal ve siyasal yapısı içinde her türlü dinsel ve etnik grubu, her türlü siyasal grubu, her sınıfı --Ulusal Bağımsızlık-- temel düşüncesi ve savaşımı çevresinde birleştirebildiğini görüyoruz. Yüz Yüze Temas Ayrıca, gerek kendi anılarından, gerekse yakınında bulunmuş kişilerin anlattıklarından öğrendiğimize göre yakın çevresiyle --yüz yüze-- temasını her zaman sürdürmüştür. Çağdaş sosyal-psikolojinin --küçük grup-- kuramında en önemli öge olan --yüz yüze temas-- Mustafa Kemal Atatürk'ün sürekli bir biçimde kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntem, hem iş başarmaya, yani --görev liderliği--ne yönelik bir amaca, hem de kendi liderliğini, küçük grubu içinde üretmeye ve pekiştirmeye, böylece de --toplumsal-duygusal-- liderliğe yönelik bir hedefe hizmet ediyordu. Toplumsal işlev açısından liderliğinin türüne baktığımızda da --görev-- liderliği ile --toplumsal-duygusal-- liderliğinin birlikte gittiğini görüyoruz. Atatürk'ün görev liderliğini çok kabaca iki döneme ayırmak olanağı vardır: Birinci dönem, 1919-1923 arasıdır. Bu dönemin görevi düşmanı kovmak, ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmak ve yeni devleti kurmaktır. İkinci dönem, 1923-1938 arasıdır. Bu dönemdeki görev de, yeni bir toplum yaratmaktır. | ||
![]() |
![]() | #280 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Başarı Ögesi Biri siyasal-askeri, öteki toplumsal-ideolojik olan bu iki dönemli görev liderliğine baktığımızda, kişisel liderliğinin toparlayıcı ve birleştirici işlevinin her iki dönemde de son derece geçerli olduğunu görüyoruz. Birinci dönemde, Anafartalar Kahramanlığı'ndan aldığı güçle işe başlayarak, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Meclisler aracılığıyla, Ulusal Bağımsızlık eyleminin simgesi olmuştur. Bileğinin gücü, zekasının ve atılganlığının kararlılık ile birleşmesi ve ileri görüşlülüğü, stratejik ve taktik alanda, onu eylemin simgesi durumuna getirmiştir. Bir başka deyişle, birinci görev dönemindeki --simge olarak lider-- niteliği, yani --toplumsal-duygusal-- liderlik işlevi, ne karizmasına, ne geleneksel otoritesine, ne meşru ve yasal liderliğine dayalıdır. Bu dönemdeki simgesel liderliği doğrudan doğruya --başarı-- ögesine bağlıdır. Bir başka deyişle, --simgesel liderliği--ni belirleyen öge, Mustafa Kemal Paşa'nın başarılarıdır. Başarısızlık durumunda, liderliğini de yitirecek, eylemin simgesi olmaktan ve toplayıcı bir işlevi yerine getirmekten yoksun kalacaktı. Bu açıdan, birinci dönem için --görev liderliği--nin, --toplumsal-duygusal liderliği--ni beslediğini söylemek çok da yanlış olmaz. Oysa, ikinci dönem için artık durum değişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin Reis-i Cumhur'u Mareşal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hem karizmasını; kendi ürettiği karizmasını peşinden getirmektedir, hem de yeni devletin, yasal ve meşru lideridir. Bu açıdan, artık, ismi, yalnızca, çıplak olarak ismi, bir simge olmuştur. Bu aşamada, birinci aşamanın tersine, --toplumsal-duygusal liderliği--, --görev liderliği--ni beslemektedir. Dedikleri, bir --keramet sahibi--nin sözleri olarak değerlendirilmektedir. Başarı ölçütü, liderliğinin bir mihenk taşı değildir artık. Çünkü, bu liderlik zaten --tarihsel başarı-- üzerine inşa edilmiştir. Yalnız bu ayırım, okuyucuyu aldatmamalı: Değişik iki dönemde, ağırlıkları biraz farklı olmakla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir zaman her iki liderlik işlevini de ihmal etmemiştir. Sürekli olarak, değişen durumların değişen koşullarına göre, birinin işlevini (o sırada hangisi başat ise) ötekisinin desteğine vermiştir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |