![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #281 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sonuç olarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün gerek karar mekanizmaları, gerekse liderlik işlevleri bakımından, değişen koşullara en uygun olan seçenekleri kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada karar mekanizmalarını kullanma biçimiyle, işlevleri arasında küçük bir fark gözükmektedir: Karar mekanizmaları açısından temelde otokratik, görünüşte demokratiktir. Yani, bir tercih, bir eğilim, bir davranış kalıbı, bir tür karar mekanizması lehine gözlenmektedir. Buna karşılık, liderlik işlevleri açısından, --toplumsal-duygusal-- liderlik ile --görev-- liderliğinin tümüyle iç içe geçmiş olduğunu görüyoruz. Bu iki liderlik tipi arasındaki tercih, ancak, toplumsal koşullara ve görevin genel anlamdaki gereklerine göre pek de belirgin olmayan bir biçimde yapılmıştır. Ancak, toplumsal işlev bakımından, bilimsel soyutlama ile bir --işlev başatlığı-- gözlenebilir. Çoğulcu Toplum İçin Tekilci Yaklaşım Bu konuda son bir nokta, karar mekanizmaları arasında otokratik liderliği tercih etmiş olmakla birlikte, en azından görünüşte hiç olmazsa görünüşte, liderliğin demokratik gereklerine önem vermesi ve daha önemlisi, bu otokratik karar yapısı içinde, demokratik bir toplum hedeflemiş olmasıdır. Bir başka deyişle, Atatürk, model aldığı toplum tipi gereği, kendi yaşam süresini aşsa bile, sonuç olarak, zorunlu olarak çoğulcu bir topluma gidiyordu. Nitekim, öyle de olmuştur. Bu açıdan Atatürk'ün çoğulcu bir topluma gidiş yolunda, otokratik karar mekanizmasını kullandığını söyleyebiliriz. Atatürk'ün bu konudaki tutumu, çoğulcu bir toplum yaratma yolunda, tekilci bir yöntem olarak özetlenebilir. ::::::::::::::::::: | ||
![]() |
|
![]() | #282 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| V-) ATATÜRK'ÜN BİREYSEL LİDERLİK NİTELİKLERİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ Özelikle sosyal-psikologların üzerinde durduğu noktalardan biri, lider olan kişinin özellikleridir. Yapılan araştırmalar, bir liderde kişisel olarak şu niteliklerin bulunması gerektiğini ortaya koymuştur (Kongar, 1978:91) : 1- Yetenek (zeka, dikkat, rahat konuşma, özgün olma, karar verme gücü) . 2- Başarı (bilimsellik, bilgi, fizik başarılar, siyasal başarılar) . 3- Sorumluluk (güvenilirlik, girişkenlik, sebat, atılganlık, kendine güven, mükemmelleşme arzusu) . 4- Katılma (etkinlik, sosyallik, işbirliği, uyum yeteneği, espri gücü). Bu özelliklere bakıldığı zaman, bunların adeta Mustafa Kemal Atatürk için hazırlanmış olduğu düşünülebilir. Birinci özellik olan yetenek konusunda, gerek doğuştan gelen, gerekse sonradan, bilinçli hazırlık döneminde elde ettiği liderlik yeteneklerinin gücü tartışılmazdır. Başarı, Atatürk'ün liderliğini sürekli besleyen bir ögedir. Hatta bir anlamda, toplumsal liderliğini başarılarına borçludur, diyebiliriz. Arkasında tüm cephelerde kazanılmış zaferlerin Anafartalar'da simgelenmiş kahramanlığı ile Kurtuluş Savaşı'na girmiştir. Bağımsızlık Savaşı'nda elde ettiği başarıdır ki, O'na altı yüzyıllık bir İmparatorluğu ve geleneksel toplumsal düzeni tarih sahnesinden silmek olanağını vermiştir. Sorumluluk sözcüğü ise, yaşamının bütün aşamalarında Mustafa Kemal Atatürk'ün hemen hemen ayrılmaz bir özelliğidir. Her an, sahip olduğu yetki ve sorumluluk alanlarını genişletme çabası, O'nun ihtiraslı liderliğinin bir parçasıdır. Anafartalar komutanlığından tutun da, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yürüttüğü Başkomutanlık olayına dek, hemen her an, sorumluluklarını arttırma çabasına tanık oluyoruz. Hiç kuşkusuz bu çabanın ardında birinci olarak kendine güveni, ikinci olarak yetkilerinin de sorumlulukları oranında artacağının bilinci yatmaktadır. Yine sorumluluk özelliğinin ardında yatan girişkenlik, sebat, atılım gibi nitelikler, hep Mustafa Kemal'in ayrılmaz parçalarıdır. | ||
![]() |
![]() | #283 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Katılma, Atatürk'ün ömrü boyunca ihmal etmediği --sofrası--nın simgelediği bir ilkedir aslında. Çevresindeki grup için işlevsel olan sofrasının yanında hemen hemen bütün devrimleri geniş halk kitleleriyle diyalog kurarak gerçekleştirmiş olması, onun, katılma ilkesine verdiği toplumsal önemi gösterir. Aslında, siyasal ideolojisinin kuramsal temelleri de dinsel-geleneksel erke karşı, halk katılımına önem vererek, bu özelliğe aynı zamanda siyasal bir içerik de kazandırmıştır. Kendi yaşamı süresince kuramda kalan bu siyasal ilke, sonradan çok partili demokrasiye kadar gelişen sistemin soyut, fakat temel niteliklerinden biri olmuştur. Ayrıca, katılmanın sosyal-psikolojik bütün gereklerini sürekli olarak yerine getiren bir liderdir Atatürk. Sürekli olarak yakın çevresinde büyük gruplar tutmuş, bunlarla yüz yüze ilişkilerini sürdürmüş ve gerek siyasal, gerekse toplumsal eylemlerini bunlarla birlikte gerçekleştirmiştir. Görüldüğü gibi, sosyal-psikolojinin saptamış olduğu liderlik özellikleri Mustafa Kemal'in nitelikleriyle büyük bir uyum içindedir. Devrimci Liderlik-Uyumcu Liderlik Şimdi, konuya bir başka açıdan bakmaya çalışalım. Bilindiği gibi, Atatürk'ün en önemli niteliği, liderliğinin --devrimci-- bir çizgide oluşmasıdır. Bir başka deyişle, Atatürk, toplumuna ve çevresine uyum sağlayan bir lider değil, tam tersine, onların yıllar boyunca içinde yoğruldukları değerler sistemine karşı çıkan bir liderdi. Sosyal-psikoloji bilimi, özellikle toplumsal-duygusal liderlik rollerinin, ancak grubun kural ve değerlerine uygun olduğu oranda yerine getirilebileceğini bize bildirmiştir. Burada açık bir çelişki ile karşılaşıyoruz: Nasıl oluyor da, tüm değerler sistemini altüst eden bir lideri toplumsal-duygusal açıdan da, toparlayıcı ve birleştirici olarak niteliyoruz? Lider ve Yalkın Çevresi İşte bu noktada bazı saptamalar yapmak gerekmektedir. Birinci olarak, Atatürk'ün yakın çevresinin zaman ve eylem içinde; somut hedeflerin belirlenmesiyle değişmiş olduğunu belirtmeliyiz. Düşmanı ülkeden kovma eylemi, yeni bir devlet, yeni bir toplum kurma eylemine dönüştükçe çevre de değişir. Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele hep böyle değişen çevre sonunda, dışlanmış kişilerdir. Buna karşılık İsmet İnönü, Kılıç Ali, Nuri Conker, Salih Bozok gibi eski arkadaşlarıyla Falih Rıfkı Atay, Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarlar yakın çevrenin değişmez kişileridir. Bu kişilere yakından baktığımızda, bunların hem Mustafa Kemal Atatürk'ün kişiliğine, yani kişisel liderliğine iman ettiklerini, hem de onun amacını ve hedeflerini benimsediğini görüyoruz. | ||
![]() |
![]() | #284 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Aslında yakın çevrenin değişmesi, yakın hedefini gerçekleştirmek için genel bir ittifak cephesi kuran bütün liderlerin ortak eylemi ve yazgısı gibi gözükmektedir. Çünkü; yakın hedef, büyük devrimcilerde hemen hemen her zaman, doğrudan doğruya siyasal iktidarı ele geçirmek amacını belirler. Fransız Devrimi'nde de bu böyle olmuştur; Rus Devrimi'nde de, Çin Devrimi'nde de. Genellikle ya iç ya da dış bir düşmana karşı oluşturulan cephe, düşman, lider siyasal iktidara el koyunca, dağılır. Çünkü artık yeni siyasal iktidar ile nereye gidileceği sorusu ortak düşmana karşı cephe oluşturmuş olan liderler arasındaki görüş ve yaklaşım farklarını ortaya çıkarır. Bu farklar üzerine kurulan iç iktidar savaşımını da genellikle en gerçekçi, dolayısıyla en güçlü lider kazanır. İşte Mustafa Kemal eyleminde de aynen böyle olmuştur. Düşmanı vatandan kovmak için oluşturulan cephe, iş, Osmanlı İmparatorluğu'nun yerine geçmek biçimine dönüşünce, farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu savaşı da gerek gerçekçiliğinden, gerekse bilinçliliğinden ve kararlılığından dolayı Mustafa Kemal Paşa'nın kazanması hiçbir anlamda sürpriz değildir. Böylece yakın çevresiyle sürekli bir etkileşim içinde bulunan ve bundan dolayı da birleştirici ve toplayıcı nitelik sahibi görünen Atatürk'ün aslında, devrimci niteliğiyle yakın çevresini kendine ayak uyduramayanlardan temizlediği birinci gerçektir. Bir başka deyişle, devrimci lider, yakın çevre içindeki toplayıcılık ve bütünleştiriciliği, ancak kendisine ters düşen grup üyelerinin tasfiyesi ile olanaklı duruma getirmiştir. Bunun en belirgin kanıtı, Atatürk'ün yakın çevresiyle hesaplaştığı Büyük Nutuk'udur (Kongar, 1977-b ). Daha ileriki bölümlerde göreceğimiz gibi, Büyük Nutuk, hem bir tarih belgesi, hem de Atatürk'ün yakın çevresiyle bir hesaplaşmasıdır. | ||
![]() |
![]() | #285 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mustafa Kemal ve Aydınlar İkinci olarak dikkate alınması gereken nokta, Mustafa Kemal'in yola çıkarken, toplumun geniş halk kitlelerine ve siyasal-toplumsal düzenine ters de gelse, --alt grup kültürü--nden etkilenmiş ve bu grubun temsilcisi olarak davranmış bulunmasıdır: Bu --alt grup kültürü-- o dönemde, tarihsel bir birikimi yansıtan bir biçimde --münevverler--in ve ordunun, İmparatorluğu kurtarmak için bulduğu --Batılılık-- reçetesi ile simgeleniyordu. Her ne kadar, Mustafa Kemal'in --Batılılığı-- kendisinden önceki Batıcılardan; 1) Batı kuyrukçusu olmamak, ve 2) Toptancı olmak, konularında farklılıklar gösteriyorduysa da, yine de sosyal-psikolojik desteği, İmparatorluğun içindeki Batıcı gruptan aldığı bir gerçektir. Üstelik de Batıcı düşüncelerin, Batı etkisine en açık olan Harbiye'de odaklaştığı düşünülür ve Mustafa Kemal olayının, ordunun başat rol oynadığı bir Kurtuluş Savaşı biçiminde geliştiği hatırlanırsa, bu desteğin anlamı ve önemi açıkça ortaya çıkar. Üçüncü olarak dikkate alınması gereken nokta, Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemi için yaptığımız çözümlemelerin, onun tüm yaşam ve eylemini kapsamasıdır. Oysa, bütün bu eylem süreci içinde Atatürk çeşitli görevler, işlevler ve roller yüklenmiştir. Üstelik bu eylemin belki vurucu niteliği 1919-1923 arasıdır ama, asıl uzun zaman 1923-1938 arasında geçirilmiştir. Bu açıdan düşünüldüğünde de çözümlemelerin, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki tutum ve davranışlara (sınırlı bir ölçüde de olsa) ağırlık vermesi olağandır. İşte bu üç öge birlikte düşünüldüğünde, Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimci niteliğiyle birleştirici, toplayıcı, toplumsal-duygusal liderlik işlevinin nasıl uzlaştığı daha iyi anlaşılabilir. Şimdi sosyal-psikoloji açısından, toplumsal-duygusal liderlik işlevinin yerine getirilmesindeki ilkeleri, Atatürk'ün eylemiyle karşılaştırmak ilginç olabilir. | ||
![]() |
![]() | #286 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1) Grup Liderliği İlkeleri ve Atatürk Homans, bir grubun bütünlüğünü ve niteliklerini koruyucu liderliğin kuralları olarak onbir ilke saptamıştır (Homans, 1950:423-440). Lider Durumunu (yani liderliğini) Korumalıdır Mustafa Kemal Atatürk'e bu ilke açısından baktığımızda, sürekli olarak, bir lider gibi davrandığını ve tüm ilişkilerini liderliğini koruyacak biçimde düzenlediğini görüyoruz. Aslında kendisine, --Şef; asker mi, sivil mi olmalı?-- diye sorulan bir soruya: --Şef; şef olmalı. İster sivil, ister asker.-- yanıtını vermesi, bu konudaki bilincini yeterince vurgular sanırım (Banoğlu, 1955:42). Üstelik, kendisinin de Büyük Nutuk'ta vurguladığı gerçek, yakın çevresiyle hesaplaşması ve onları hem mantığın, hem de tarihin önünde, kendi liderliğiyle yargılaması değil midir? Lider, Grubun Kurallarına Uymalıdır. Böylece Daha Etkili Olur. Homans'ın saptadığı bu ilke, Mustafa Kemal'in liderliği açısından son derece ilginç bir denektaşı niteliğindedir. Her şeyden önce, --küçük grup dinamiği-- bakımından, Atatürk'ün kendi kurallarını kendisinin koyduğuna işaret etmeliyim. Bir başka deyişle, Atatürk, kendi grubu içinde kendi uyacağı kuralları kendisi saptayan bir liderdi. Grubun öteki üyeleri, ister istemez bu kurallar uyarlardı. Buna karşılık, toplumsal açıdan özellikle, toplumsal devrimleri birer birer uygulamaya aktarırken, toplumun nabzını sürekli elinde tutmuş, yerleşmiş gelenek ve görenekleri temsil edenlerle işbirliği yapmıştır. Böylece, bir yandan --devrimci kuralları-- kendi grubu içinde dikte ederken, öte yandan, büyük grubun kurallarını dikkate almış ve toplumsal boyutta kural değişikliğine giderken yine mevcut güç dengesinden yararlanmıştır. Bu tutumun örnekleri, Dürrizade'nin fetvasına karşılık, Anadolu ulemasından aldığı karşı fetva, şapka devriminde Diyanet İşleri Başkanı'nı ikna ederek, ilk şapkayı ona da giydirmesi, Padişah'ın mutemet adamı Fevzi Paşa'yı ikna ederek, sürekli yanında tutması gibi olaylardır. Bu konuda çok aydınlatıcı bir bilgiyi yine Falih Rıfkı'da görüyoruz: | ||
![]() |
![]() | #287 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Fevzi Çakmak, devletin ve görevinin adamıydı. Muhafazakardı: Devrimlerden hiçbirinin taraflısı olmadığını bilirdik. Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılıncaya kadar eski yazıyı kullanmıştır. Atatürk, bellibaşlı devrim kararlarını verdikten sonra bir defa pek sevdiği Diyanet İşleri Reisi Hoca Rıfat Ffendi'yi çağırıp, onu tatlı dille kandırır, sonra: --Şimdi Mareşal'e gidelim-- derdi. Biri camilerin ve hocaların, biri ordunun başıydı.-- (Atay, 1969:208-209). Açıkça görüldüğü gibi, mevcut kurallar açısından, küçük gruba tam egemen, büyük grubu ise yönlendirmekte pek ustaydı. Sanırım, devrimcilik ile mevcut yapının değerler sistemini, kendi doğrultusunda en iyi uzlaştıran tarihsel kişiliği son derece özgündür. Lider, Liderliğinin Sorumluluklarını Yerine Getirmelidir. Grup, kendisinden lider olarak ne gibi roller bekliyorsa, onların tümüne uymalıdır. Yoksa, grubun güvenini, dolayısıyla liderliğini yitirir. Bu ilke, Mustafa Kemal için tartışılmaz bir gerçeği vurgular. Daha önceki bölümlerde de belirttiğim gibi, Atatürk, bırakınız mevcut sorumluluklarını, sürekli olarak, sorumluluk alanını genişletmek için çaba harcamış bir liderdi. Pek doğal olarak, bu davranışını --küçük grup-- içinde de görüyoruz. Sofrasında olup bitenlerin ciltler dolusu anı yaratmış olması bile, bu ilkenin nasıl uygulandığının küçük bir belirtisidir. Bu anılarda göze çarpan ortak nokta, hangi işin sorumlusu bulunuyorsa, (örneğin, Kurtuluş Savaşı ya da Cumhuriyet Türkiye'sinin yeni atılımları) o sorumlulukla ilgili tartışma ve konuşmaların sofraya egemen olmasıdır. Lider, Emir Verirken, Kurulmuş Olan İletişim Kanallarını Kullanmalıdır. Böylece Daha Etkili Olur. | ||
![]() |
![]() | #288 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu ilke açısından da kendi çevresi bakımından farklı, toplum açısından farklı değerlendirmeler yapmak olanaklıdır. Bir kez, kendi yakın çevresini kendi yapan, dolayısıyla ona egemen bir lider olarak, hiç kuşkusuz, iletişim kanallarını da Atatürk kurmuş ve kullanmıştır. Toplum açısından ise, devrimci eylemi sırasında da, topluma egemen olduktan sonra da geleneksel, yasal ve meşru kanalları kullanmaya özen gösterdiğini söyleyebiliriz. Örneğin, Samsun'a ayak basarken, cebinde yöredeki sivil ve asker bütün görevlilere emir verme yetkisini taşıyan bir belge vardı. Bu belge, sonradan kendisine başkaldıracağı (ve hiç kuşkusuz, daha o zaman başkaldırmaya karar verdiği) Padişah'ın bürokrasisinden alınmıştır. Olaylara yakından baktığımızda, bu belgeyi almak için oldukça uğraştığını ve birçok yakın arkadaşından bu konuda yardım aldığını görüyoruz. Çok sonraları, gerek Meclisle çalışmaya başladıktan, gerekse Cumhuriyet'i kurup başına geçtikten sonra da hep yasal ve meşru kanalları kullandığı bilinen gerçekler arasındadır. Niçin böyle yapmasın ki? Padişah'ın hükümetinin yetkilerini bile kendi eylemi için kullanan bir büyük taktisyen, kendi kurduğu düzenin kanallarını zorlayarak, onu güçsüzleştirir mi? Mustafa Kemal Atatürk, kendi ürünlerine, herkesten çok özen göstermesi, Meclis olsun, Cumhuriyet olsun, hükümet olsun, onların üstüne herkesten çok titremesi gerektiğini bilen bir liderdi. Çünkü, liderliği ile, ürünleri iç içe geçmişti. Bu anlamda, toplumsal olarak da hem gücünü geleneksel yapıdan almış, hem de sonra, kendi kurduğu yapı ile bütünleşerek, gerek kendini, gerekse yapıyı daha sağlam temellere oturtmuştu. Lider, Boyun Eğilmeyecek Emirler Vermemelidir. Yoksa Liderliği Sarsılır. Homans'ın saptadığı bu beşinci ilkeyi ne denli bilinçle uygulamış olduğu insanı gerçekten şaşırtır. Bilindiği gibi, Atatürk'ün en önemli niteliği, gerçekçiliğidir. Bu gerçekçilik, yalnız toplumsal ve siyasal koşulların değerlendirilmesinde değil, kendi rolü açısından da son derece çarpıcıdır. Eski arkadaşlarından Asaf İlbay'ın aktardığı şu anı, durumu bütün çarpıcılığı ile ortaya koyar: --Ankara'da bir şölende; çok güzel düzenlenmiş olan köşkün salonlarında ve iyi düzenlenmiş bahçede çok güzel bir gece geçirdik. Cumhurbaşkanı, Nevzat (Tandoğan) Bey'e iltifat ediyor, bol ölçüde içki sunuyordu. Nevzat (Tandoğan) Bey içkiye karşı koyuyor ve Gazi'nin iltifatları ile kendinden geçmiş görünüyordu. Bir ara Gazi, İsmet Paşa'ya seslendi: --Vali olgun adama benziyor. İçki ya içilir ya hiç içilmez. Dimağı alkole dayanıklılık göstermeyenler, içkiden kaçınmalıdır.-- Ve hemen Nevzat (Tandoğan) Bey'e şu soruyu sordular: --Normal veya alkollü kafa ile verilen emirler hemen yapılmalı mıdır?-- --Emirleriniz koşula bağlı olmadan uygulanır Paşam..-- --Neden böyle oluyor?-- --Milletin temsilcisi, Devletin Başkanısınız, amiri mutlaksınız Paşam.-- --Hayır. Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emirler çıkmaz.-- (Arıburnu, 1976:48-49) . | ||
![]() |
![]() | #289 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Emrinin yapılabilirliğini, Devlet Başkanlığından da, millet temsilciliğinden de üstün tutan bir lider, hiç kuşkusuz, gerçekçilik bakımından tarihte eşi ender görülen bir kişidir. Üstelik aynı lider, zamanında askerlerine: --Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!-- (Mustafa Kemal, 1955:17) diye emir verebilen bir komutandır. Lider, Toplumsal İlişkilerinde de, İzleyicilerine Liderlik Etmelidir. Böylece Liderliği Pekişir. Bütün toplumsal-duygusal ağırlıklı ilkelerde olduğu gibi, bu ilkede de --sofra-- yine işlevini görmek üzere ön plandadır. O dönemin Ankara'sı zaten toplumsal yaşamı olmayan bir kenttir (Nadi, 1955). Falih Rıfkı da uzun uzun, zaferden sonra, Ankara'nın sefaletini anlatır (Atay, 1969:349-370) .Durum o kadar acıklı, toplumsal yaşam o denli sönüktür ki, sefaretlerin yemeklerine çağrılanlarla, Çankaya'ya çağrılanlar çoğu zaman aynı kişiler olur ve çağrı tarihleri çakışınca, sefaretlerin masaları boş kalır. İşte bu ortam içinde, Atatürk'ün sofrası hemen hemen tek canlı merkezdir. Yine aynı dönemde, yıldızı parlayan Karpiç gibi yerlere uğramayı ise Atatürk ihmal etmez. Aslında bu ilke Atatürk'ün devrimciliğiyle en iyi çakışan ilkedir. Çünkü Atatürk, toplumsal ve kültürel devrimlerinin pek çoğunu, kendi güçlü liderliğine dayanarak yaptığından, zaten öncülük etmek zorunda kalmıştır. Bunun en tipik örneği, kadınlı erkekli, danslı, --alafranga-- balolar ve toplantılardır. Sürekli olarak, bu toplantılara öncülük etmiş, bu toplantılarda, karı-koca arasını bulmaktan tutun da, çift evlendirmeye dek hemen her etkinliği göstermiştir. Bu konuda şu satırlara bir bakmak, insana durumu hemen anlatabilir: | ||
![]() |
![]() | #290 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Gülcemal vapurunda verilen ilk deniz balosunda Gazi hiç fasıla vermeksizin bir saat onbeş dakika muhtelif bayanlarla dans etmek suretiyle o günün mukavemet rekorunu kırmıştı.-- (Banoğlu, 1954-b:79). Toplumsal ilişkilerde liderlik, onun devrim strateji ve taktiği içinde önemli bir yere sahipti. Hatta evlenmesi bile bu nedene bağlanabilir: Kadına toplumda layık olduğu yeri vermek, ulusal liderliğini bir kadınla paylaşarak, Batı türü toplum yaratırken, cinsler arası eşitliği de sağlamak (Ergin, 1978:31-33). Lider, Genel Olarak Bir Üyeyi Öteki Üyelerin Yanında Suçlamamalı, ya da Övmemelidir. Çünkü, Bu Yolla Grubun İç Dengesi Bozulabilir. İşte Atatürk'ün açık ve seçik, hiç uymadığı, hatta tam tersine davrandığı bir toplumsal-duygusal liderlik ilkesidir bu. Aslında, Homans'ın belirlediği toparlayıcı ve grubun bütünlüğünü sürdürücü ilkelerle Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemi arasındaki fark, bu ilkenin çözümlenmesinde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır: Homans'ın saptadığı ilkeler, --genel doğrular--dır. Bir başka deyişle, küçük grup dinamiğinin evrensel kurallarını belirtir. Oysa, Atatürk, olağanüstü bir eylemin olağanüstü bir lideridir. Bu yüzden, insanları yönlendirmek açısından ne denli yetenekli olursa olsun, kurallarını kendi koyan bir liderin tutum ve davranışı içindedir. Buraya dek incelenen ilkeler, hep onun işine geldiği için ve işine geldiği biçimde uygulanmıştır. Mustafa Kemal'in uygulaması ile sosyal-psikolojik ilkelerin çakışması, onun liderlik yetenekleri yoluyla, eylem içinde el yordamıyla bulduğu taktiklerin gerçekçiliğinden doğar. İşte aynı gerçekçilik, devrimci bir lidere, yakın çevresine (genel olarak) boyun eğmek yerine, ona egemen olmak seçeneğini sunmuştur. --Genel olarak-- diye ayraç içinde belirttim, çünkü, Menemen olayında olduğu gibi, kimi olaylarda, özellikle Reisicumhur olduktan sonra, yakın çevresine boyun eğdiği de çok görülür. Yine de, özellikle insan sınama yeri olan --sofra--da özellikle belli düşünceleri ve eylemleri topluma şırınga etmeye hazırlanırken tümüyle devrimci bir liderdir. Tüm kişileri kendi eyleminde sınayan ve kullanmaya hazırlanan bir devrimci lider. Bu nedenle de yukarıdaki ilkenin tam tersini hemen hemen bütün yaşamı boyunca uygulamıştır. Çünkü amaç, kendi ezici gücünü de ortaya koyarak, yani insanları övüp yücelterek, ya da yerip eleştirerek --devrimci uygulamaları-- pekiştirmektir. Bu amaç, O'nun için o denli önemlidir ki, daha önce aktardığım Mektupçu Osman Ergin olayında olduğu gibi, sırf çevresine gösteri olsun diye, aslında beğendiği bir kişiyi bile sofrasından kovabilmekte, böylece örneğin, yazı devriminin önemini belirtmektedir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |