![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #41 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Az giderler, uz giderler. Yedi dağın arkasına gelirler. Arap kızı bırakır ve vedalaşırlar. Kız acıkır. Acıkınca da otları, çöpleri yemeye başlar. Günler geçer, kızın sırtı başı yırtılır. Pejmürde bir hale dönüşür. Garbın padişahının oğlu da atları hazırlatır. Altı, yedi atlı ava çıkarlar. Nihayet kızın bulunduğu mahale varırlar. O anda padişahın oğlunun gözünün önünden şöyle bir karaltı gelip, geçer. Adamlarına: “Eyvah! Şuradan bir şey geçti. Can ise benim, mal ise sizin. Hadi tutun” der. Kimse yanaşamaz. Kız da ağaç kovuğu ile taş arasında yatıp, kalkmaktadır. Bir keloğlan varmış. O “ben giderim” der. Kızın kolundan tutup padişahın oğluna getirir. Kızın vücudu görünüyordur. Kız da ay parçası gibi bir kızmış. Padişahın oğlu: “Bu günkü avımız da bu oldu. Haydi gidelim” der. Sırtındaki kaputunu çıkarır ve kıza giydirir. Kızı atın terkisine alır yola revan olurlar. Az giderler, uz giderler ve saraya varırlar. Padişahın ailesi: “Ne oğlum bu?” “Ana bu kızı dağda buldum. Ne ev var, ne bucak var. Fena halde burada yaşamış. Bak sırtı pejmürde halde. Ben de aldım getirdim. Bunu hemen hamama sokun” Kızı hamama sokarlar. Sırtını başını değiştirirler. Akşam olur. Kızı büyük bir salona sokarlar. Burada da bir ahraz kız yatmaktadır. Bu kız, padişahın kızıdır. Dağda bulunan kız; “Şansa bak, nereye gitsem padişahın kızları hep ahraz” diye içinden geçirir. Padişahın ailesi dağda bulunan kızı konuşturmak isterler. Kız konuşmaz. Padişah: | ||
![]() |
|
![]() | #42 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Neyse hayırlısı olsun. Bir ahraz kızımız vardı. İki ahraz kızımız oldu. Allah’ım nedir bizim başımıza gelen? Avrat buna sahip ol. Bu da bizim evladımız sayılır. Allah buna da bir hayırlı kapı açar inşallah.” “Olur herif” Yirmi otuz tane kadın her gün o padişahın kızının dilini açmak için dua ediyorlarmış. Ne kadar dua ettilerse de kızın dili açılmamış. Bir gün dağda bulunan ahraz kız bu kadınların arasına karışır. Kadınlardan bir kısmı “Yahu bu ne arıyor burada? Yerine gitsin yatsın.” derlerse de bir kısmı da karşı çıkar. “Yok o da burada yatsın. Belki ona da Allah bir keramet verir” derler. O da onların yanında yatmaya başlar. Az sonra kadınlar kitap okur ve uyurlar. Bu sırada kapının deliğinden içeriye bir ateş süzülür. O da bir peri padişahı imiş. Kızla beraber olur ve kapı açılmadan anahtar deliğinden süzülür gider. Dağda bulunan ahraz kız bunu takip eder. Az giderler, uz giderler. Taşlı büyük bir dağa varırlar. Bu dağda bir mağara vardır. Mağaranın girişinde de kapı niyetine kullanılan büyük bir taş vardır. Bu taşı açıp içeri girerler. Peri padişahı kıza der ki: “O padişah kızını bana vermezse. Ben de böyle gider kızının yanında yatar gelirim.” Kız: “Padişah kızını sana verecek” der. Peri padişahı sevinir. Peri padişahı kıza: “Bizi dünyada yenecek bir devlet var. O da Deniz Padişahı’nın ülkesi. Hiçbir devlet bizi yenemez. Zorla da olsa, şerle de olsa ben kızı alacağım. O Deniz Padişahı bir kız ile evlendi. O kız mumların yerini değiştirirken padişahın karnında yara açtı. Padişah günden güne ölüyor. Son nefesini vermek üzere. Onun ilacı şu rafta. Bu rafta bulunan suyu dökecek ilaçlı pamukla yarayı silecek. Süleyman Padişahın yarasını iyileştirecek ilaç tek bu. Başka ilaç yok” der. | ||
![]() |
![]() | #43 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Onlar uyuyunca ahraz kız, elindeki kılıcı padişahın kafasına vurur. Gövde bir tarafa, baş bir tarafa gider. Hemen başı alır, entarisinin eteğine koyar. Padişahın huzuruna koşar. Bakar ki, onların sırrı da bozulmuş. Kız dile gelmiş, konuşmaya başlamış. İki kız kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Sabah olur. Kadınlar padişahın huzuruna çıkarlar. “Padişahım benim duam kabul oldu” derler ve tartışmaya başlarlar. Padişah: “Hanginizin duasıyla oldu bilmiyorum ama Allah’a çok şükür benim kızım iyileşti. Size birer kese altın vereceğim” der. Altınları kadınlara verir. Herkes güle oynaya evine gider. Bir tek dağda bulunan ahraz kız kalır ve padişahın huzuruna çıkar. “Sayın padişahım geçmiş olsun. Kızınızın sırrını ben çözdüm.” Padişah: “Nasıl çözdün kızım?” Kız entarisinin eteğinden peri padişahının kafasını çıkarır. Padişahın önüne koyar. Padişah o zaman ahraz kız sayesinde kızının iyi olduğunu anlar. Padişah: “Kızım sen dile dileyeceğini. Sana ne istersen vereceğim. İster seni evlatlığa kabul edeyim. Burada kal seni evereyim, düğününü yapayım”der. “Yok. Sayın şevketlim, hiç ısrar etme. Benim senden ufak bir dileğim var.” “Ne olabilir kızım?” “Beni deniz sahiline ulaştırın. Başka bir şey istemiyorum.” “İsteğin buysa bir şey değil.” Bu sırada sicim bir yağmur başlar. Padişah oğlunu çağırır. “Oğlum, dört tane yamçı, dört tane at hazırlayın. Kızı da alın doğrudan doğruya dediği yere bırakın gelin” der. Yağmurun altında atlara binerler. Kızın sırtında da keçeden bir yamçı vardır. Az giderler, uz giderler. Tam deniz sahiline inecekleri sırada ahraz kız padişahın oğluna: | ||
![]() |
![]() | #44 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Sayın şevketlim, yeter artık bana yaptığınız iyilik” deyip onlarla vedalaşır. Onlar gözden kaybolduktan sonra kız denize döner, haykırır. “Oof oof!” Deniz yarılır ve Arap çıkar. “Buyur abla. Ben de senden haber bekliyordum.” “Durumu nasıl?” “Vallahi abla durma gel. Seni götüreyim. Ölüm döşeğinde. Nefesini zor alıp veriyor.” “Allah Allah” Kız getirdiği ilacı da alır. Saraya varırlar. Kız ilacı masanın üstüne koyar. Kız bakar ki, padişah nefesini bir alıyor, bir veriyor. “Allah’ım gene kavuştum çok şükür” der. İlacı kullanmaya başlar. Padişah, karnı açık yatmaktadır. Suyu döker ilaçlı pamukla yarayı siler. Bu işlemi tekrarlar. O yaranın olduğu yere yepyeni bir deri gelir. Yara tamamen kavuşur. Kız hemen karyolanın altına saklanır. Yara o zamana kadar iyi olur ve padişah ayıkır. “Arap” diye seslenir. “Buyur şevketlim” “Lan oğlum, ben iyi oldum. Allah’a çok şükür.” “Tabiî efendim.” “Beni kim iyi etti?” “Seni bu duruma sokan iyi etti.” “Nerede O?” “Gelir şimdi.” Kız karyolanın altından çıkar. Kız ile padişah sarmaş, dolaş olurlar. Tekrar bir düğün kurarlar ve bütün padişahları davet ederler. Kırk gün, kırk gece düğün yaparlar. Onlar muradına erer biz de erelim muradımıza. ARİF CERİT | ||
![]() |
![]() | #45 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1.1.2. Efsane İnsanoğlunun tarih sahnesinde göründüğü ilk devirlerden itibaren ayrı coğrafya, muhit veya kavimler arasında doğup gelişen; zamanla inanç, âdet, anane ve merâsimlerin teşekkülünde az çok rolü olan bir çeşit masallar vardır. Sözlü gelenekte yaşayan bu anonim masallara dilimizde Arapça: “Ustûre”; Farsça: “Fesâne, efsâne”; Yunanca: “Mitos, mit” kelimeleri ad olarak verilmiştir. İlk devir insanları -bugün okumamış zümrelerde görüleceği üzere- tabiat hadiselerinin sebeplerini bilmiyorlardı. İnsanın nereden gelip nereye gittiği, hayatla ölümün mâhiyeti, yıldızların hareketi, denizin yükselmesi, yağmurun yağması; hayvan, bitki, toprak, orman, dağ, ateş, mâden vb. Gibi hadise ve maddelerin teşekkül ve icâdı onları hayret, korku, heyecan veya memnunluk içinde birtakım hayaller kurmaya yöneltti. Bu hayaller, insanın kendi ruhunu, hayatını eşyaya, tabiata aksettirmesinden ibaret olan düşünce tarzını doğurdu. İşte canlı-cansız varlıklarla tabiat hâdiseleri karşısında kurulan hayal, tasavvur ve düşünceler henüz müspet (pozitif) zihniyete ulaşmamış toplulukların doğru, yalan şeklinde kabul ettikleri iptidâî bilgileri teşkil etmiştir. Kuvvetli bir anane bağı içinde yaşayan ilk devir, mitas devri, hatta ortaçağ insanları inandıkları bu bilgilerle kâinatta Tanrı, iyi ve fena ruh, kıyâmet, melek, şeytan, cin, peki, gök, dağ, su, ya da (yağmur) taşı, büyücü vb. gibi üstün saydıkları maddî-mânevi kudretlere umumiyetle teşhis ve intak yolu ile (canlandırarak) veya konuşturarak) birtakım masallar uydurmuşlardır. Bugün masal sayılan mahsullerden ayrı olarak düşündüğümüz cemiyetin ortak malı bu eserler, sonraları yeni din, kültür ve ekonomi şartlarının ve alış verişinin hazırladığı muhit içinde az-çok târihi gerçeklerle beslenerek yazılı kaynaklara geçen efsâne ve menkıbelere örnek (model) olmuşlardır. Türklerin hayatında şaman, alperen, peygamber, halife, pâdişah şeyh, şeyhülislâm, asker vb. gibi otoriteler etrafında ve şehirler, saraylar, câmiler, mezarlar, türbeler, adaklar... üzerine doğmuş masallar ve menkıbeler bu mahsuller arasında yer alırlar. Eski cemiyetlerde ve bugün bâzı kapalı, muhâfazakâr zümrelerde, mukaddes sayılan dağ, orman, mağara vb. gibi yerlerde belli zamanlarda, çocuk kadın ve yabancılar dışında anlatılan efsâneler 1. Teogoni (Tanrıların nereden geldikleri), 2. Kazmagoni (kâinâtın nasıl meydana geldiği) 3. Antrapogoni (insan teşekkülü), 4. Eskatoloji (insanla dünyanın geleceği) gibi dört ana kolda toplanmaktadır. Bugün, ilk devirlerden zamanımıza kadar teşekkül etmiş efsânecileri araştıran disiplin veya ilme “esâtir-mitoloji” adı verilmektedir.* * Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçay Yay. Ank. 1993, s.314-315 | ||
![]() |
![]() | #46 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1.1.2.1. Lokman Hekim Lokman Hekim bir kitapta ölümün çaresini bulur. Ölümün çaresi dağda bir ottur. Gidip o otu toplayacak ve ölüme çare bulmuş olacaktır. Lokman Hekim, kitabı almış dağa giderken, Cenâb-ı Allah Cebrail’e buyurur: “Lokman, ölüme çare buluyor; ama rızkını verebilecek mi?” Cebrail Aleyhi selam ile Lokman Hekim köprü üzerinde karşılaşırlar. Cebrail Aleyhi selam, Lokman Hekime sorar: “Ya Lokman! Nereye gidiyorsun?” Lokman, Peygamber olduğu için yalan söyleyemez. Der ki: “Dağda bir ot var. Ölüme çare, onu bulmaya gidiyorum.” Cebrail: “Pekâla, ölüme çare bulacaksın; ama rızkını nasıl vereceksin? Madem sen bu kadar bilgilisin, bak bakalım Cebrail şimdi nerede?” Lokman Aleyhi selamın elinde ölüme çare olan kitap vardır. Cebrail Aleyhi selam kanadını çarpınca ölüme çare olan sayfalar suya düşer, gider bir arpa tarlasına gömülür. O yüzden de arpa yiyenin ömrü uzun olur derler. SELÇUK KARAKAYA | ||
![]() |
![]() | #47 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1.1.2.2. Eshab-I Kehf Tarsus’ta Dakyanus adında bir kral varmış. Bu kral tanrılık davası görüyormuş. Kur’an-ı Kerim’de Civan-ı Mert olarak geçen bu altı kişi, bakarlar ki, bu adam da kendileri gibi biri. Yiyor, içiyor zamanı geldiğinde her insan gibi ölecek. Öldüğü zaman bu alemi kim idare edecek. Bu kral sahtekâr derler. Dakyanus’un krallığını kabul etmezler. Zamanla bu Dakyanus’un kulağına gider. Dakyanus’a derler ki: “Burada birkaç tane genç var, seni tanrılığa kabul etmiyor.” Dakyanus: “Getirin bakalım onları” der. Bu gençleri huzura getirirler ve Dakyanus sorar: “Siz kimi tanrı bilirsiniz?” Gençler derler ki: “Biz Hûdaperestiz. Sen sahtekârsın. Bizim gibi yiyorsun, içiyorsun, hasta oluyorsun. Zaman gelip öldün müydü bu alemi kim idare edecek?” Dakyanus bunları hapse atacak olur. Bu gençler Dakyanus’un vezirlerinin oğullarıymış. Vezirler Dakyanus’a derler ki: “Sen hemen bunları zindana atma. Nasihat eyle, belki nasihatını tutarlar.” “Öyleyse ben sınırı dolaşıp geleceğim. O vakte kadar eğer bu sözünüzden dönmezseniz sizi zindana atarım eğer sözünüzden dönerseniz o vakit yaşarsınız.” Dakyanus sınırı dolaşmaya gider. Bu sırada gençler, kendi aralarında konuşup düşünürler. Derler ki: “Bu geldiğinde biz bunu tanrılığa kabul etmeyiz.” Dakyanus’un geldiğinde kendilerine kötülük yapacaklarını bildiklerinden bir gece şehirden kaçarlar. Dağ tarafına giderler. Sabah olunca koyun güden bir çobana rastlarlar. Ona sorarlar: “Bura bir mağara yok mu?” | ||
![]() |
![]() | #48 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Ne yapacaksınız?” “Gizleneceğiz. Bu şehir halkı Dakyanus’u tanrı kabul ediyor. Biz kabul etmiyoruz. Bize kötülük etmemesi için kaçtık.” “Eee, siz nesiniz?” “Biz Hûdaperestiz” derler. Böyle olunca çoban: “Öyleyse ben de Hûdaperest olayım” der. Çoban da katılır. “Ben burada büyük bir mağara biliyorum. Kış olunca biz oraya sığınır, soğuktan ve yağmurdan korunuruz” der. Kabul ederler. Çobanın köpeği de arkalarından gelir. Gençler, Çobana: “Köpeği kov. Bizim yattığımız yerde bu olursa, mağaranın yakınından geçenlere burada olduğumuzu haber verir” derler. Çoban köpeği ne kadar kovduysa gitmez. En sonunda iki ayağının üzerine dinelir ve der ki: “Ben de sizin taptığınız Allah’a tapıyorum. Niye beni kovuyorsunuz? Ben sizi beklerim.” Öyle olunca sıddıkları daha da artar. Gelsin derler. Mağaraya girer ve orada yatarlar. Köpek de mağaranın ağzına yatar. Cenab-ı Allah bunlara uyku verir. Üç yüz dokuz sene uyurlar. Bu arada Dakyanus seferden döner. Gelince bunları sorar. Gençlerin babaları derler ki: “Bizim de paramızı alıp kaçtılar. Biz de nereye gittiklerini bilmiyoruz.” “Hadi hazırlanın arayalım.” Ata biner, dolanır ve gezerler. Gezerken Eshab-ı Kehf’lerin yattığı mağaranın yanına varırlar. Dakyanus: “İnin bakalım burada ne var?” der. Kimse inmeye cesaret edemez. “Mağaranın kapısını örün. Nasılsa havasız kalır burada ölürler” der. Vezirin birini bu işle görevlendirir. | ||
![]() |
![]() | #49 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Dakyanus gidince vezir, mağaranın girişini yalancıktan kapatır. Çünkü kendi oğlu da içeridedir. Daha sonra bulundukları yerden ayrılırlar. Oradan geçen bir çoban bu taşları davar ağılı yapmak için alır. Böylelikle havasız kalıp boğulmaktan kurtulurlar. Aradan zaman geçer. Hz. İsa dini yani Hıristiyanlık yayılır. Tarsus halkı Hıristiyan olur. Üç yüz dokuz seneden sonra bunlar uyanırlar. Eshab-ı Kehf’leri oluşturan gençlerin adeti çobanla birlikte yedi olur. İsimleri: Yemliha, Mislina, Mernuş, Tebernuş, Sazenuş, Kefeştatayuş, köpeğin adı da Kıtmir. Evvela Yemliha kalkar, ötekileri de uyandırır. Derler ki: “Acıktık. Bir kişi gitsin de şehirden ekmek, yemek getirsin; Ama öyle bir şekilde gitsin getirsin ki, kimse bizim burada olduğumuzu anlamasın.” Kimse çobanı tanımıyor diye çobanı gönderirler. Yahut ta içlerinden birisi tanınmamak amacıyla çobanın elbisesini giyer. Şehre gelir ve şaşırır. Şehrin kapısına bakar aynı ama adamlar değişmiş. Adamlar küçülmüş. Fırından ekmek alır, parayı uzatır. Fırıncı: | ||
![]() |
![]() | #50 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| “Yahu sen bu parayı nereden aldın, yoksa define mi buldun?” “Yok yahu. Biz buradan dün sabah gittik. Şimdi geldim, her şey değişmiş.” “Bu para nereden geldi?” “Bu para Dakyanus zamanından.” “Oo Dakyanus geçeli çok oldu. Bizim beyimiz filanca. Tarsus Hz. İsa dinine girdi. Biz sizi bekliyoruz. Cenab-ı Allah, Eshab-ı Kehf’leri İncil’de bildirdi. Hangi mağaradan hangi dağdan çıkacaksınız? Sizi bekliyoruz.” Fırıncı bunu beylerinin yanına götürür. İncil’i okuyanların hepsi Eshab-ı Kehf’leri görmek için toplanır. “Haydi gidelim. Eshab-ı Kehf’leri görelim” derler. Mağaranın yanına varınca Yemliha yahut çoban der ki: “Siz birden bire mağaraya girecek olursanız arkadaşlar Okyanus geldi sanır, korkarlar. Siz bumda durun. Ben söyleyeyim çıksınlar görüşün.” Kabul ederler, mağaraya girmezler. Yemliha yahut çoban arkadaşlarının yanına gider der ki: “arkadaşlar, çok vakit geçmiş, biz çok büyük kalmışız; insanlar küçülmüş. Biz şimdi dışarı çıkacak olursak aleme seyir olacağız.” Cenab-ı Allah’a kendilerini kurtarması için yalvarırlar. Allah yalvarmalarını kabul eder. Yerin altından yol açar. Şam’a Kırklar Dağı’na giderler. Bir rivayete göre orada uyurlar. Mağaranın dışındakiler, mağaraya girer; fakat onları bulamaz. Hâlâ o mağarada uyudukları sanılmaktadır. SELİM KARAKAYA | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
![]() LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/tarih/22980-mersinin-tarihcesi/ | ||||
Mesaj Yazan | For | Type | Tarih | |
Untitled document | This thread | Refback | 04-03-2008 13:48 |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |