![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
![]() | #61 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tuzlarının Kullanılması İki değerli demir tuzları 1:1 molar oranda gossypol ile reaksiyona girerek bir demir-gossypol kompleksi teşkil eder ki bu, büyüyen kanatlılarda gossypol’un zehirliliğini önemli derecede azalttığı gibi, pamuk tohumu küspesi ile beslenen tavuklardan elde edilen yumurtaların depolanması sırasında, yumurta sarısında zeytini yeşil rengin meydana gelmesini de geniş çapta önler. Rasyona iki değerli demirin ilavesi, cyclopropenoid yağ asitlerinin yumurta beyazında meydana getirdiği pembeleşmeyi ise önleyememektedir. Gossypol’un pamuk tohumu küspesinin metabolik enerji değerini düşürdüğünü yapılan denemeler göstermiştir. İki değerli demirin rasyona ilavesi, gossypol ile bir kompleks teşkil ederek metabolik enerji azalmasını da önlemektedir. Kanatlıların normal olarak rasyonlarında kullanılan yemler demir bakımından yeterli olup, rasyona ayrıca ilave demir bileşiklerinin sokulmasını gerektirmezler. Çeşitli yiyecek ve yemlerin demir kapsamları Tablo 44’de verilmektedir. TABLO 44 Yem ve Yiyecek Cu (ppm) Mo (ppm) Yonca unu Arpa Buğday Buğday kepeği Pirinç (cilalanmış) Pirinç kepeği Çavdar Yulaf Sarı mısır Bezelye (yeşil, pişmiş) Fasulye Darı Soya fasulyesi Soya küspesi Pamuk tohumu küspesi (ekstraksiyon) Yer fıstığı küspesi Balık (Pisi) Balıkunu Et-kemikunu Karaciğer unu İnek sütü Yağsız süt (kuru) Sığır eti ve diğer kırmızı etler Tavuk eti Yumurta (bütün) Peynir suyu (kuru) Melas Lahana Marul Patates Bira mayası Torula mayası 180 50 50 150 8 190 45 70 35 19 85 53 125 150 100 20 6 270 500 630 1-2 30 30 15 30 7 95 10 5 10 50 90 7.5 7.8 12 1.5 13 6.5 8 4.5 - 9.5 13 17 20 20 30 23 20 12 90 0.3 3.0 0.8 3.0 2.5 50 - 0.5 - 1.6 20 13 0.35 0.50 1.00 - 1.00 - 1.60 1.15 0.06 1.40 0.90 - 2.50 - - 0.25 0 - - 1.80 0.03 0.27 0.03 0.17 0.10 0.34 - 1.00 0 - 1.00 - Uzun Süre Kaynatmaya Maruz Bırakılan Yumurta Sarılarının Yeşilimsi-Siyah Renge Dönüşmesinde Demir Sülfid’in Rolü Yumurta sarısı mükemmel bir demir kaynağıdır. İnsan yiyecekleri içinde en iyi demir kaynaklarından biridir. Yumurtanın yüksek düzeyde demir kapsaması tüketici yönünden istenmeyen bazı durumlara yol açmaktadır. Katı yumurta elde etmek için, uzun süre kaynatmaya maruz bırakıldığı zaman, yüksek sıcaklık, yumurta albumininde mevcut sisteinin bir kısmının parçalanmasına yol açmaktadır. Bu olay sırasında açığa çıkan hidrojen sulfid gazı yumurta sarısının zarından geçerek buradaki demirle reaksiyona girerek, yumurta sarısının yeşilimsi-siyah bir renk almasına sebep olmaktadır. Bu durum ise, tüketici tarafından istenmemekte ve şikayetlere yol açmaktadır. Kaynatma zamanını minimuma indirip (10-15 dakika) ve kaynatılmış yumurtayı hemen soğuk su ile soğutmak bu durumu geniş çapta önleyebilmektedir. | ||
![]() |
|
![]() | #62 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| BAKIR Bakırın esansiyel bir element olduğu farelerle yapılan denemeler sonunda ispatlanmıştır. Sadece, sütle beslenen farelerde meydana gelen anemiyi önlemek hemoglobin teşkilini sağlamak için hem demir hem de bakırın gerekli olduğu anlaşılmıştır. Bakırın hematopoiesis olayındaki esansiyel rolünün anlaşılmasından sonra, oksidaz fonksiyonu gösteren birçok enzimlerin bakır ihtiyacı saptanmıştır. Bunlar arasında tirosinaz amin oksidaz, askorbik asit oksidaz sayılabilir. Buturil KoAdehidrojenaz enziminin de, prostetik grubunda bakır kapsayan bir kuproflavoprotein olduğu gösterilmiştir. Bakır Noksanlığında Ortaya Çıkan Hastalıklar Bakır noksanlığı, kendisini çeşitli hayvan türlerinde farklı sendromlarla gösterdiği gibi, tek bir türde farklı semptomlar şeklinde de gösterebilir. Anemi, bütün türlerin genel semptomu olmasına karşılık büyümede gerileme, kemik gelişmesinde bozukluklar, saç, kıl, yün ve tüylerde depığmentasyon, yün ve tüylerde anormal büyüme, omiriliğin demiyelinasyonu, miyokard (kalp kası)’da fibrozis, gastroıntestinal bozukluklar (diyare ve dizanteri) bir veya birden fazla hayvan türünde bakır noksanlığında tespit edilen arazlardır. Bakırca noksan çayır ve mer’alarda otlayan sığır ve koyunlarda, kemik kırılmaları, genç buzağılarda raşitizm’e, yaşlı hayvanlarda ise osteoporosis’e benzeyen durumlar görülür. Benzer durumlar, köpekler, domuzlar, taylar, hindiler ve tavuklarda da görülmüştür. Kemiklerdeki bu patalojik durumlar, bakır noksanlığının sebep olduğu özel etkiyle ilgili olup, anemi sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü demir eksikliği sonucu ortaya çıkan şiddetli anemi, kemiklerde bu tip değişmelere yol açmaktadır. Bakır noksanlığında, başta sığır ve koyun olmak üzere, çeşitli hayvan türlerinde merkezi sinir sisteminin demiyelinasyonu sonucu şiddetli ataksiler meydana gelmektedir. Daha önce bunlar, dünyanın çeşitli bölgelerinde, “Swayback” “Swıngback” “gin-gın rickets” “lamkruis” “renguera” gibi terimlerle tanımlanıyordu. Şimdi ise, enzootik neonatal ataksiler olarak tanımlanmaktadır. Kuzularda iki tip neonatal ataksi bilinmektedir. Bunlardan biri, kuzular doğurur doğurmaz akut olarak ortaya çıkar. İkincisi ise, doğumdan birkaç hafta, hatta aylar sonra müşahede edilir. Her ikisinde de semptomlar spastik paraliz olup, arka bacakların koordinasyonu bozulur, yürüme sert ve topallayarak yapılır. Bazı kuzular doğumda tamamen felçli yahut ataksik bir durumda olup yaşamayıp hemen ölürler. Kanatlılarda hastalık bu kadar belirlenmemiş olmakla beraber, bakır eksikliğine maruz kalmış civcivlerde ataksiden ve spastik paralizden muzdariptirler. | ||
![]() |
![]() | #63 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Hem bakır hem de demir eksiklikleri New Hampshire ırkı hayvanlarında achromotrichia, yani tüylerin depigmentasyonuna yol açmaktadır. Tavşanlarda, achromotrichia ile birlikte alopesi, dermatit, gibi arazlar anemiden de önce ortaya çıkıp, bakır noksanlığının en hassas endekslerini teşkil etmektedirler. Siyah renkli koyunlardaki pigment noksanlığı, bütün yünde yer alan kıllarda esnekliğin, kıvrımın kaybolması da bakır noksanlığı ile ilgilidir. Bakır kapsayan, polifenaloksidaz (polyphenoxidase) enziminin L-tirosin amino asidinden melanin yapılmasında katalizatör olarak fonksiyon gösterdiği bilinmektedir. Yün, saç ve tüy pigmentasyonunda bu enzimin rol oynadığı şüphesizdir. Kıvrım noksanlığında bakırın rolü ise, sistein amina asidinin sistin oksidasyonuyla ilgilidir. Yünün protein moleküllerinin özel yapısını sağlamak için S-S bağına ihtiyaç vardır ki bu da, ancak sistin amino asidi ile sağlanabilmektedir. Missouri Üniversitesinde yapılan çalışmalar, bakır noksanlığının civcivlerde aorta’da anevrizma (aneurysm), bir çok hususlarda lathyrism’dekilere benzeyen kemik deformasyonları gibi arazlara sebep olduğunu göstermiştir. Bakır noksanlığı gösteren tavukların yumurtalarından çıkan civcivlerin karaciğer ve aortalarında amino asit oksidaz enziminin mevcut olmadığı saptanmıştır. Eğer bu civcivlerde, bakırca noksan rasyonlarla beslenirse, adı geçen enzim ilk dört haftalık dönemde mevcut olmamakta, buna mukabil bakırca normal rasyonlarla beslenenlerde enzimik aktivite üçüncü günden itibaren yüksek düzeyde kendini göstermektedir. Amino asit oksidaz enziminin ise, lisin amino asidinin aorta’daki elastin (desmosine)’lere dahil olmasında fonksiyon gösterdiği saptanmıştır. Bakır eksikliği, desmosine teşkili için kondanse olacak, okside olmuş lisin kalıntılarının sayısını azaltmaktadır. Bakır Sulfatın Terapötik ve Büyümeyi Stimule Eden Etkileri Pratik tavuk yetiştiricileri, çeşitli tipte mantari hastalıklar enterit ve taşlık erezyonu (Gazzard erosion) gibi hastalıklar için bakır sulfatı uzun yıllar kullana gelmişlerdir. Elde edilen sonuçlar değişik olmakla beraber hastalık durumlarında terapötik amaçlarla bakır sulfatın kullanılabileceği ağırlık kazanmıştır. İngiltere’de domuzlar üzerinde yapılan çalışmalar bakır sulfatın büyüme stimülantı olarak antibiyotikler kadar etkili olabileceğini ortaya çıkarmıştır. Amerika’da, hindilerle yapılan çalışmalarda, antibiyotik ve antimikrobiyel ajanlarla bakır sulfatın mukayeseleri yapılmış. Kilogramında da 250 mg bakır sulfat (100 ppm Cu) kapsayan rasyonlarla beslenen hindi palazları, bakır sulfat kapsamayan bazal rasyonlarla beslenenlere göre %10 düzeyinde daha fazla canlı ağırlık artışı sağlamışlardır. Büyümedeki bu artış en etkili antibiyotiklerle sağlanan artışa eşit bulunmuştur. Rasyonda 100 ppm düzeyinde bakır sulfatın domuz, civciv ve hindi palazlarında meydana getirdiği bu pozitif etkiye dayanarak, bu düzeyde devamlı bir beslenme salık verilemez. Çünkü, böyle bir seviyede bakır kapsayan rasyonlarla hayvanların uzun zaman beslenmesi, erginliğe doğru giden hayvanların karaciğerinde fazla miktarda bakır akümülasyonuna yol açmakta, bu ise büyümeyi önemli şekilde geriletmekte hatta, ölümlere yol açabilmektedir. Keza yüksek dozda diyetsel bakırın rasyona sokulması gerekli bazı ilaçların da kullanılmasını imkansızlaştırmaktadır. | ||
![]() |
![]() | #64 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bazı yemlerin bakır kapsamları Tablo 45’te verilmiştir. Gerçi Amerikan Milli Araştırma Konseyi (NRC) civcivler için bakır ihtiyacını 2 ppm olarak bildirmiş ise de, North Carolina ve California Üniversitelerinde yapılan çalışmalar ihtiyacın bunun çok üzerinde olabileceğini göstermiştir. Çeşitli otoritelerce tavsiye edilen düzeyler 10 ppm civarında olup emniyet payını da kapsamaktadır. birçok şartlarda pratik rasyonlar bakırla dışarıdan desteklenmeyi gerektirmemektedir. Deneysel bakır eksikliği meydana getirebilmek için, büyük bir kısmı kuru yağsız sütten ibaret olan rasyonları kullanmak zorunludur. Saflaştırılmış rasyonlarda kullanılan diğer materyaller, bakır kontaminasyonundan dolayı kullanılmamalıdır. MOLİBDEN Aşırı miktarda alındığı zaman molibden’in toksik bir element olduğu uzun yıllardır bilinmektedir. Molibden’in, karaciğer, bağırsaklar ve sütte bulunan ksantin oksidaz (Xanthine Oxidase) enziminin yapılması için mutlaka zorunlu olduğu daha sonra yapılan çalışmalar sonunda ortaya çıkmıştır. Süt ve diğer hayvansal dokularda yer alan ksantin oksidaz (dehidrojenaz) enzimleri, purinler aldehitler pterin’ler indirgenmiş difosfopsidin nükleotid (NADH) dahil çok sayıda substratın oksidasyonunu katalize etmektedirler. Bu enzim, kompleks bir prostetik grup olarak molibdenin yanı sıra demir ve flavin adenin dimukleotid de (FAD) kapsamaktadır. Molibden Eksikliği Molibdence düşük rasyonlarla beslenen civcivlerde (bilhassa ilave olarak düşük düzeyde sodyum tungset alanlarda) büyümenin gerilediği çeşitli araştırıcılar tarafından bildirilmiştir. Tungstatlar, ksantin dehidrojenaz teşkili için molibden’in kullanılmasını rekabet yoluyla engellemektedirler. Yapılan bir çalışmada, saflaştırılmış soya proteini kapsayan ve kg’ında 4.5 mg çinko ihtiva eden rasyonun molibden ile desteklenmesi civcivde büyümeyi %6 düzeyinde artırdığı tespit edilmiştir. Fakat aynı çalışmada Kg rasyonda 60 mg çinko bulunması halinde yukarıdaki sonuç alınamamıştır. Soya proteini yerine kazein kullanıldığı zaman rasyonun çinko düzeyi düşük olsa bile, ilave molibden ile büyümede bir artış sağlanmıştır. Yapılan analizler sonucu soya proteininin kilogramında 1.05-1.09 mg Mo, kazeinin ise 0.17-0.2 mg Mo ihtiva ettikleri saptanmıştır. Bundan civcivlerin soya molibdeninden yararlanamadıkları sonucu çıkarılmıştır. Vitaminsiz kazein kapsayan saflaştırılmış bir rasyonla beslenen civcivlerin yararlanabilir molibden ihtiyaçlarının kg rasyonda 0.11 mg’dan fazla olmadığı tespit edilmiştir. Bu araştırmada kullanılan civcivler, molibden mineralince düşük rasyonlarla beslenen tavuklardan elde edilmiş olup, hem anneleri hem de civcivler için demineralize içme suyu kullanılmıştır. Saflaştırılmış izole soya proteini kapsayan rasyona daha fazla sodyum tungstet ilavesi molibden eksikliğini daha da artırmakta, eksiklik semptomları rasyona ilave molibden sokmakla geniş çapta ortadan kaldırılabilmektedir. Fakat tungsten düzeyi kg rasyonda 2000 mg’a ulaştığı zaman ilave molibden eksikliği giderememektedir. Çünkü bu yüksek düzey toksik etki yapmakta, molibdenin engellenmesi ile ilgili bulunmamaktadır. | ||
![]() |
![]() | #65 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yapılan çalışmalarda, karaciğer ksantin dehidrojenaz enzim seviyesi ile büyümedeki gecikme derecesi arasında bir korelasyon müşahede edilmemiştir. Bu durum manganez eksikliği dolayısıyla meydana gelen büyüme depresyonunda, enzim aktivitesinin engellenmesinin yol açmadığı şeklinde yorumlanmıştır. Civcivlerde molibdenin, büyüme hızı ve ksantin dehidrojenaz aktivitesine olan etkisi Tablo 45’te verilmektedir. TABLO 45 Muamele (Gm) Karaciğer dehidrojenaz aktivitesi (mmO2/266 mg taze doku/20 dak) Bazal + 500 mg tungstat (Ağr./Kg) +1000 mg tungstat (Ağr./Kg) +2000 mg tungstat (Ağr./Kg) + 500 mg tungstat (Ağr./Kg) ve 0.5 mg Mo/Kg +1000 mg tungstat (Ağr./Kg) ve 1 mg Mo/Kg +2000 mg tungstat (Ağr./Kg) ve 2 mg Mo/Kg 360 (38) 315 (38) 155 (22) 339 (40) 333 (39) 222 (39) 30.7 8.8 5.3 8.7 32.6 28.3 28.7 * Parantez içindeki rakamlar iki defa replike edilmiş her bölümdeki 10 adet erkek ve 10 adet dişi civcivden yaşayanların sayısını temsil etmektedir. Bakır ile ilgili kısımda, molibden ve bakır arasındaki ilişkiden kısaca bahsedilmişti. Birçok çalışmalar sulfatların mevcudiyetinde, diyetsel molibdatın fare dahil birçok hayvanın türlerinde, büyümede gerilemeye yol açtığını göstermiştir. Büyümedeki bu gerileme, rasyona bakır sokmakla giderilebilmektedir. Rasyondan, molibden veya sulfatın çıkarılması halinde bakır eksiklik semptomu ekseriya görülmez. Bütün karaciğerin de molibden zehirlenmesini önlediği yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Farelerde molibdenin yol açtığı büyüme depresyonunu önlemede, metiyoninin bakır kadar etkili olduğu tespit edilmiştir. Molibden ve Fluorürler Yapılan çalışmalar molibdenin, vücutta, başta kas ve beyin olmak üzere, fluor’un tutulmasını ve absorbsiyonunu artırdığını göstermiştir. Fakat vücuda verilen molibden ile depolanan fluor miktarı arasında daima linear bir ilişki bulunmamıştır. Fluorür’lerin kemik strüktürlerini kuvvetlendirme ihtimalinin ortaya çıkmasından sonra yukarıdaki bulgular. Osteoporosis ve kafes yorgunluğu gibi hastalıklar üzerinde araştırma yapanlar için ilgi çekici olmuştur. | ||
![]() |
![]() | #66 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| SELENYUM Selenyum bundan takriben 100 yıl kadar önce, sulfür ve telluri elementleriyle yakından ilişkili atomik bir element olarak Berzilius adlı bilgin tarafından keşfedilmiştir. Selenyumun toksik seviyelerinin bir çok hayvan türlerinde çeşitli hastalıklara yol açtığı ise 25 yıldan daha fazla bir zamandan beri bilinmektedir. Bu hastalıklar arasında, sığır ve diğer bazı çiftlik hayvanlarında alkali hastalığı, civciv ve memelilerin embriyonlarında gelişme bozuklukları, saç dökülmesi, hayvanlarda tırnakların dökülmesi, diş kaybı ve özel bir paraliz sayılabilir. 1957 yılında, 0.05-0.2 ppm gibi çok düşük düzeylerde selenyuma vücudun ihtiyacı olduğu tespit edilmiştir. Cornell Üniversitesi ve Amiraka’nın bazı araştırma merkezlerinde yapılan çalışmalar farelerde vitamin E noksanlığında meydana gelen karaciğer nekrozu; civcivlerde yine aynı vitaminin noksanlığında ortaya çıkan eksüdatif diyatez (exudatıve diathesis) hastalıklarının 0.15 ppm düzeyinde diyetsel selenyumla önlenebileceğini göstermiştir. Selenyum Bileşiklerinin Özellikleri Selenyumun özellikleri sulfur ve tellur elementlerinki ile çok yakından benzerlikler gösterebilir. Selenyum ekseriya hem organik hem de inorganik bileşiklerde sulfürle birlikte bulunur. Bazı bileşiklerde selenyum, sulfürün yerini alır. Halbuki diğerlerinde selenyum, sulfürle koordinat kovalan bağlarıyla bir kompleks teşkil etmiş olarak bulunur. Selenyumun en çok görülen inorganik formları olan selenik asit, seleniyöz asit, seleniyat ve selenitler, sülfirik asit, sülfüroz asit, sulfat ve sulfitlerin analoglarıdırlar. Bitkiler ve mikroorganizmaların sistin ve mitiyonindeki sulfürün yerine selenyumu sokarak, selenosistin (selenocystine) ve selenometiyonin (selenomethionine) meydana getirebildikleri yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Ruminatlarda vücuda alınan selenyumun büyük bir kısmı, rumen mikroorganizmaları tarafından, sistin ve metiyoninin selenoanaloglarına dönüştürülmektedir. Bunların hayvanlar tarafından absorbe edilerek, selenoamino asit formlarında çeşitli dokularda depo edilmesi kuvvetle muhtemel bulunmuştur. Ruminant olmayan hayvanlarda ise, vücut selenyumunun çoğu, nadir ürünler olarak sulfür bileşikleriyle bilhassa, sistein, sistin ve mitiyonin ile birleşmiş olarak bulunurlar. Vücutta diğer organoselenyum bileşiklerinin de bulunabileceği öne sürülmüştür. Çünkü bunların karaciğer ve böbrek mikrozomlarında sentezlendiğine dair deliller ele geçirilmiştir. Selenit ve selonatların vücuda verilmesini müteakip meydana gelen dağılım, selenyumun çoğunun, karaciğer, kan ve diğer vücut dokularının proteinleriyle birleştiğini göstermiştir. Kromotografik metatlarla yapılan çalışmalar selenyumun çoğunun proteinlerdeki sistin ve metiyonin fraksiyonlarıyla sıkı bir şekilde ilgili olduğunu göstermiştir. Birçok araştırıcılar, proteinlerin metiyonin ve sistin fraksiyonlarında mevcut selenyumun, sulfür amino asitlerindeki, sulfürün yerine geçerek ilave bir kompleks meydana getirmiş olabileceği üzerinde görüş birliğine varmışlardır. | ||
![]() |
![]() | #67 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Selenyumun Beslenme Bakımından Önemi 1950 yıllarında Amerika’da yapılan çalışmalar, bira mayasının, Vitamin E noksanlığı sonucu farelerde ortaya çıkan karaciğer nekrozunu önleyen mahiyeti bilinmeyen bir faktörü kapsadığını göstermiştir. Yine aynı yılarda civcivlerde görülen eksüdatif diyatez hastalığının da bira mayasındaki bu bilinmeyen faktör tarafından önlenebileceği saptanmıştır. Nihayet 1957 yılında Schwarz and Foltz adlı araştırıcılar, mayada bilinmeyen faktörün bir selenyum bileşiği olduğunu ve inorganik selenyum bileşiklerinin (örneğin, sodyum selenit) farelerde karaciğer nekrozunu önlemede, bira mayası kadar etkili olduklarını bildirmişlerdir. Bunu müteakip, Cornell Üniversitesinde yapılan çalışmalar, Vitamin E’ce noksan rasyonlarla beslenen civcivlerde görülen eksüdatif diyatez hastalığını önlemede, sodyum selenitin bira mayası kadar etkili olduğunu ortaya koymuştur. Yukarıdaki ve daha sonra yapılan çalışmaların çoğu vitamin E beslemesiyle ilgili bir şekilde yürütülmüştür. Bu arada, Nesheim ve Scott, rasyonun kilogramına ilave edilen 0.08 mg selenyumun, sadece vitamin E noksanlığında civcivlerde ortaya çıkan eksudatif diyatezi önlemekle kalmayıp, vitamin E’yi normal düzeyde olan hayvanlara nazaran daha fazla bir büyüme de sağladığını ispatlamışlardır. Eğer rasyon nispeten küçük miktarda (0.04 ppm) selenyum kapsarsa, selenyuma cevap veren bütün besleme hastalıklarının vitamin E ile önlenebileceği yahut tedavi edilebileceği yukarıda bildirilen çalışmalarla saptanmıştır. Selenyumun esansiyel bir element oluşu ile ilgili olarak hem bıldırcın hem de civcivler üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Selenyumca düşük damızlıklardan elde edilip yine selenyumca noksan rasyonlarla beslenen bıldırcınların hiç biri 25 günden fazla yaşayamamıştır. Keza, selenyumca düşük fakat kilogramında 200-500 mg’a kadar d – a – tocopherol kapsayan rasyonlarla beslenen civcivlerde mortalite %109 olarak tespit edilmişken, sadece 0.1 ppm diyetsel selenyum alan fakat hiç vitamin E almayanlarda hiçbir ölüm saptanmamıştır. Gerçi kilogramında 1000 mg d – a – tocopherol kapsayan rasyonlarla beslenen hayvanlarda da mortalite ve aksaklık semptomları tespit edilmemişse de bu hayvanlar sadece, selenyum alanlardan çok daha küçük bir büyüme hızı göstermişlerdir. Müteakip denemelerde rasyonlar selenyumca daha da arıtılmış ve bu tip rasyonlarla beslenen civcivlerde büyüme tamamen durmuş ve hayvanlar exsudatif diyatez semptomları göstererek ölmüşlerdir. Rasyonda 1000 mg/kg, a – tocopherol (ki bu düzey normal rasyonlarda bulunan miktarın 100 katıdır) bile hayvanların ölmesini önleyememiştir. Bu sonuçlar açık bir şekilde göstermektedir ki selenyum başlı başına esansiyel bir elementtir, vitamin E, sadece selenyum ihtiyacını değiştirmekte, bir başka ifade ile yüksek düzeyde E vitamini selenyum ihtiyacını azaltmakta fakat tamamen onun yerine geçememektedir. | ||
![]() |
![]() | #68 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Çeşitli Düzeylerde Diyetsel Vitamin E Mevcudiyetinde Selenyum İhtiyaçları Rasyonunun kilogramında 100 mg d – a – tocopherol acetate kapsayan rasyonlarla beslenen civcivlerde maksimum büyüme, yaşama gücü ve eksiklik semptomlarını önlemek için 0.01 ppm diyetsel selenyumun yeterli olduğu saptanmıştır. Rasyondaki vitamin düzeyi azaldıkça diyetsel selenyum ihtiyacı yükselmiştir. Rasyonun vitamin E kapsamı, kilogramda 10 miligrama düştüğü zaman, selenyum ihtiyacı yaklaşık olarak 0.05 ppm bulunmuştur. Yarı saflaştırılmış pratik rasyonlarla yapılan çalışmalar, düşük vitamin E düzeylerinde selenyum ihtiyacının 0.14 ppm kadar yüksek olabileceğini göstermiştir. Selenyumun Metabolik Fonksiyonları Civcivlerle yapılan çalışmalar, selenyumun eksudatif diyatez hastalığını önlemede esaslı bir role sahip olduğunu göstermiştir. Yapılan diğer bazı çalışmalarda ise selenyum, d – a – tocopherol’un vücutta kullanılmasını artırarak civcivlerde nutrisyonel kas distrofisini önlemede yardımcı olduğu saptanmış ve bunun, bu mineralin ikinci metabolik fonksiyonu olduğu öne sürülmüştür. Cornell üniversitesinde yapılan çalışmalarda bu husus ile ilgili olarak aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir: 1. civcivlerde nutrisyonel kas distrofi’sini önlemede, d – a – tocopherol acetate 1 – a – tocopherol acetate göre yaklaşık olarak 4 defa daha fazla etkilidir. 2. Distrofi’yi önleme ile plazma tocopherol düzeyleri arasında direkt bir korelasyon bulunmuştur. 3. İster “d” ister “1” formları kullanılsın, 100 ml kanda 900-1025 mikrogram tocopherol bulunduğu zaman kas distrofisi tamamen önlenebilmektedir. 4. 1 – a – tocopherol, ince bağırsaklardan d – a – izometri kadar hızlı absorbe edilebilmektedir. 5. Rasyona selenyum ilavesi, plazmadaki d – a – tocopherol düzeyini yükseltmekle beraber 1 – a – tocopherol düzeyini etkilememektedir. Bu sonuçlar, d – a – tocopherol’un 1 – a – tocopherol’e olan üstünlüğünün, d – formunun 1 – formuna göre, vücutta daha iyi tutulmasından ileri geldiğini ve bunun da belli bir dereceye kadar selenyumla ilgili olabileceğini göstermiştir. Yakın zamanlarda yapılan çalışmalar, selenyumca düşük rasyonlarla beslenen civcivlerde, dokular ve kanın ağızdan verilen dl – a – tocopherol’u tutma düzeylerinin, selenyumca normal rasyonlarla beslenenlerinkinin ancak %1’i kadar olduğunu göstermiştir. Bu sonuçlar selenyumun civciv için esansiyel bir element olduğunu daha da açıklıkla ispatlamakta ve hiç olmazsa fonksiyonlardan birinin vitamin E’nin absorpsiyonu yahut vücutta kullanılmasıyla ilgili olabileceğini göstermektedir. | ||
![]() |
![]() | #69 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yukarıda da kısmen açıklandığı gibi eksüdatif diyatez hastalığını önlemedeki rolü ise vitamin E ile direkt olarak ilgili bulunmamaktadır. Çünkü selenyumun kendisi vitamin E düzeyini artırmadan da bu hastalığı önleyebilmektedir. Selenyumun civcivlerde ensefalomalası vakalarını azalttığı bazı araştırıcılar tarafından bildirilmiştir. Fakat dünyanın bir çok bölgelerinde yapılan çok sayıda araştırmalar, selenyumun tek başına, bu hastalığı önlemede tamamen etkisiz olduğunu göstermiştir. Bu hastalıkta selenyumun yararlı etkisinin vitamin E’nin absorpsiyonunu ve retansiyonunu artırmasından ileri gelebileceği öne sürülmüştür. Yemlerin Selenyum Kapsamları Çeşitli yemlerin selenyum kapsamları Tablo 46’da verilmektedir. Tablo 46’da görüleceği gibi değerler ortalama olarak değil, belki sınırlar içinde verilmiştir. Bunun nedeni, çeşitli yemlerin, hatta aynı yemlerin çeşitli örnekleri arasında, selenyum bakımından büyük varyasyonların tespit edilmiş olmasıdır. Sardelye, tuna ve ringo balık unları yahut bu unların elde edilişi sırasında ele geçen yan ürünler, kanatlılar için tabii en zengin kaynakları teşkil ederler. Diğer balık unları da mükemmel selenyum kaynakları olup, değerleri kuru bira mayasınınkine eşittir. Tablo 46’da da görüldüğü gibi soya küspesi ve mısırın selenyum kapsamları büyük değişiklikler gösterdiğinden birkaç katagoride birden gruplandırılmışlardır. Selenyum kapsamındaki bu değişiklikler, bu bitkilerin yetiştiği toprakla da ilgili bulunmuştur. Yemlerin, selenyum kaynağı olarak değerleri onların selenyum kapsamı ile, bu selenyumdan yararlanma derecesine göre değişir. Biyolojik değerlendirme sonuçlarına göre yararlanma derecesi %50’ye kadar düşebilmektedir. Kanatlılar İçin Tavsiye Edilen Selenyum Düzeyleri Kanatlılar için kullanılan pratik rasyonların vitamin E kapsamlarının değişiklikler göstermesi ve selenyumdan yararlanma derecesinin düşük olması nedeniyle, pratik rasyonlarda yaklaşık olarak 0.15-0.2 ppm selenyum önerilmiştir. TABLO 45 Yemler selenyum değerlerine göre, ppm olarak, gruplandırılmıştır. <0.075 0.075-0.15 0.15-0.5 0.5-1.0 1-1.5 1.5-2 2-0-5.0 >5.0 Yonca unu Arpa Mısır Yulaf Soya küspesi Patates Buğday Midye kabuğu Granit grit Sodyum fosfat Arpa Mısır Mısır gluten yemi Soya küspesi Kuru peynir suyu Kuru yağsız süt Yonca unu Mısır Mısır fermantasyon artıkları Mısır gluten yemi Soya küspesi Et kemik unu Buğday yan ürünleri Kalsiyum fosfat Bira mayası Keten tohumu küspesi Buğday kepeği Buğday embriyosu Bira mayası Mısır gluten yemi Çeşitli balık unları Çeşitli balık unları Çeşitli balık unları Çeşitli balık unları Aşırı Selenyumla Beslenme Toksik selenyum düzeyleri (10-20 ppm ve yukarısı), normal selenyum ihtiyacının yaklaşık olarak 100 katı kadardır. Selenyumun hayvanlardaki toksik etki mekanizması için çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bu mekanizmalardan birine göre selenyum, kükürde olan kuvvetli affinitesinden dolayı, kükürtlü bileşiklerle kükürt için rekabete girmekte ve selenyum-kükürt kompleksleri meydana getirmektedir | ||
![]() |
![]() | #70 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Etkilenen enzim bakımından selenyum zehirlenmeleri üç kategoriye ayrılır: 1. Selenyumdan nispeten etkilenmeyen enzimler. Bunlar arasında, beyinin glukoz, laktat ve pruvat oksidaz enzimleri; karaciğerin 1 – tirosinaz, ksantin oksidaz ve alkoloksidaz enzimleri sayılabilir. 2. Selenyum tarafından engellenen enzimler. Bu enzimlerde selenyum, enzimin aktif kısmını tahrip etmektedir. Bu gruba giren enzimler, süksinik dehidrojenaz, kolin oksidaz, tiraminaz ve d – prolin oksidazı kapsar. 3. Selenyum ilavesi ile direkt olarak inaktif duruma geçen enzimler. 1 – prolin oksidaz, bu grup için örnek olarak gösterilebilir. Kanatlılarda yüksek düzeyde selenyum büyümenin, yumurta veriminin ve yumurtadan çıkış gücünün azalmasına ve embriyonik anormalliklere yol açar. Bazı deniz bitkilerinin guatr hastalığını tedavi ettiği milattan önceki zamanlarda bile bilinmekteydi. Bilimsel olarak, iy**** bu hastalıkta oynadığı rol ise 1820 yılından sonra anlaşılabilmiştir. Vücuda alınan iyot süratle sindirim sisteminden absorbe olarak kana karışır. Esas absorpsiyon yeri ince bağırsaklar ise de, bir kısım iyot mideden de absorbe olabilmektedir. İnce bağırsaklarda serbest iyot, yahut iyodatlar, absorpsiyondan önce iyodürlere indirgenir. Kan dolaşımında iyodürler klorürlere benzer tarzda, ekstraselüler sıvılara difüze olurlar. Gerçi vücuttaki iy**** büyük bir kısmı tıroid bezinde bulunursa da, küçük bir kısmı, böbreklerde, tükürük bezlerinde, midede, deride, meme bezinde, saçta, ovaryumda ve plasenta’da yer alır. Tiroid bezi tarafından tutulan iyodürler, süratle okside olurlar ve tirosinle birleştirilerek organik iyota dönüştürülürler. Bu olay, belirli bir dereceye kadar, süt veren bir meme bezinde ve çok küçük düzeyde de, ovaryumdaki ovumda meydana gelir. Diğer bütün yerlerde ise iyot elementi iyodür formunda kalır. Tironin (thyronine) tiroksine (thyroxine, T4) ve triiodotironin (triiodothyronine, T3) bileşiklerine ait formüller Şekil 23’te verilmektedir. Tiroid bezi en çok tiroksin (T4) ve biraz da tiriodotironin (T3) salgılar. Periferal dokularda, bir kısım tiroksin triiodotironine dönüştürülür. Periferol olarak teşekkül eden T3, karaciğer ve böbreklerde sülfatlarla birleşerek, dolaşıma sülfat ester (ST3) olarak geçer. Kandaki serbest T3 de sülfatla birleştirilerek ilgili dokulara bu formda yollanır. ST3 hücrede triiodotironine hidrolize edilir ve böylece orada kalorijenik ve diğer fonksiyonları yerine getirirler. T3’ün (muhtemel olarak T4 de olabilir) hücrelerde bazal oksijen tüketimini nasıl artırdığı bugün bile halâ bilinmemektedir. Tiroid hormonlarını sabit bir düzeyde tutabilmek için vücutta bir çok sistemler yardımcı olmaktadır. Tiroksin, vücutta a – globulinlerle birlikte hareket eden bir proteine bağlı bulunmaktadır. Bu protein, tiroksini bağlayan protein (TBA), yahut tiroksini bağlayan globulin (TBG) olarak bilinmektedir. Tiroid Hormonunun Metabolik Fonksiyonları a) Tiroid hormonu, bütün hücrelerde oksidasyon düzeyini, yahut enerji metabolizmasının hızını kontrol etmektedir (kalorijenik etki). B) Zihni ve fiziksel gelişmeyi ve olgunlaşmakta olan dokuların farklılaşmasını etkilemektedir. C) Diğer endokrin bezlerin, bilhassa hipofiz ve gonadları etkilemektedir. d) Noromüsküler fonksiyonları etkilemektedir. e) Tiroid hormonunun tüy, saç ve kılların büyümesi ve deri üzerinde de bir etkisi vardır. F) Su ve çeşitli mineraller dahil besin maddelerinin metabolizmasını etkilemektedir. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |
![]() | ![]() |