![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #111 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 10 Nisan 1922’de Cenova’da toplanan milletler arası iktisadi konferans’da da, Yunan Başvekili bir şey sağlayamamış, sadece kendisine “Şu müşkil zamanda, sıhhatını bahane ederek memalik-i ecnebiyyeye seyyahata çıkmasını, Kral’a telkin etmesi” söylenmişti. Bu, Kral’ın tahtını terk etmesini istemekti. Çünkü bu suretle Yunan milletinin çıkarlarının daha iyi olarak korunulacağı düşünülüyordu. Ancak, Yunan Kralı, “Anadolu ve Trakya, terk-i saltanat zahmetine değmez” diyecek kadar tahtına bağlı idi. Fakat Devletler tarafından 26 Mart’ta teklif edilen yeni barış şartları, Sévres Andlaşması ile elde edilenlerden daha az şeyler sağladığı için, halk arasında Kral’a ve o günkü İdareye karşı duyulan hoşnutsuzluğu artırmıştı. Öte yandan bazı gazetelerde, Sakarya Savaşından sonra Anadolu seferi aleyhinde yazılar çıkmaya başlamış, ordu mensupları arasında da adı geçen sefer hakkında korkunç bir propaganda baş göstermişti. Zaten savaştan usanmış ve bezgin bir hale gelmiş olan Yunan askerleri ise bu savaşın faydasızlığını anlamışlardı. | ||
![]() |
|
![]() | #112 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| . Çünkü, onlar Anadolu’da hiç bir yerde hoş karşılanmamışlar, hatta perdeleri sımsıkı kapalı olan evlerden daima düşmanca “Homurdanmalar” duymuşlardı. Bazen sokaklarda kendilerine rastlayan bir Türk kadınının veya ihtiyar bir Türk erkeğinin, “Yunanlılar geliyor” diyerek evlerine kaçtığını, onlara selam vermek zorunda kalanların ise, dişlerini gıcırdatmaktan kendilerini alamadıklarını görmüşlerdi. Onun için Yunan ordusunun “Her tarafın, herkesin düşman olduğu o yerlerde uğrayacakları felaket evvelden” belli olmuştu. Bununla beraber düşman ordusu güvenliğini sağlayacak tedbirleri almıştı. Gerçekten Sakarya yenilgisinden sonra Eskişehir – Afyona, Karahisar hattına çekilerek “Sağ kanadını Ahır dağına, sol kanadını da Boz dağa dayamış ve Eskişehir Şarkı - Sayyitgazi - Afyon Şarkı - Ahır dağı mevzilerine yerleşmişti”. Ayrıca, daha güven altında bulunmak için bu mevzilerde gerekli korunma tedbiri almış, önemli saydığı yerlerin etrafını tel örgülerle çevirmişti. Ancak bu tahkimli mevzi’lerde morali çökmüş ve biraz önce, Türk birlikleri tarafından çok hırpalanmış bir ordunun bulunduğu da bir gerçekti. Fakat her şeye rağmen Yunanlılar, Anadolu üzerindeki isteklerinden vazgeçmiş değillerdi, tersine olarak, işgal etmiş oldukları Türk topraklarını terk etmelerinin söz, edildiği o sıralarda, onlar bazı yerleri yeniden işgal ediyorlardı. Gerçekten, İtalyanların 18 Nisan 1922’de Menderes vadisini boşaltmaya başlamaları üzerine Yunanlılar hemen harekete geçtiler ve 20 Nisanda boşaltılan Söke’yi 21 Nisan’da, 27 Nisan’da boşaltılmış olan Kuşadasını da 30 Nisan’da işgal ettiler. | ||
![]() |
![]() | #113 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Halbuki onlar artık Anadolu’da kalamayacaklarını bu tarihlerde öğrenmiş bulunuyorlardı. O takdirde yeni işgallerin anlamı ne olabilirdi. Acaba onlar, bu işgalleri sadece bir çapul yapma ve öç alma duygusu ile mi yapıyorlardı? Yoksa onlar, Müttefiklerin kararlarına uymayarak, Anadolu’da kalmaya mı niyetli idiler? Bu mütalaalardan hangisinin daha doğru olduğunu kestirmek zor olmakla beraber onların her iki şıkkı da düşündüklerini ve buna göre uygulamaya giriştiklerini ve fakat çapul yapma ve öç alma düşüncelerinin ön planda geldiğini söylemek daha isabetlidir. Çünkü yeni işgallerle birlikte köyler soyulmaya, halkı öldürülmeğe başlanmış ve bu şekildeki hareketlerde yerli Rumların pek büyük rolü olmuştur. Ancak yerli Rumların, yüzyıllarca idaresi altında, refah ve huzur içinde, yaşadıkları bir millete karşı bu derece kötü bir davranış içine girmelerini açıklamak gerçekten zor bir meseledir. Bize göre bu hal, Türk milleti karşısında kendilerinde meydana gelen bir aşağılık duygusunun ve mensup oldukları millette de merhamet ve adalet duygusunun kıt olmasının birer belirtisidir. Aynı çizgi üstünde bulunan Yunan sivil ve askeri makamlarının, Anadolu ve Trakya’da meydana gelmiş olan kanlı olaylardaki payları ise büsbütün büyüktür. | ||
![]() |
![]() | #114 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 5 Haziran 1922’de, Lloyd Geenge’un “Bir çeşit deli” diye nitelediği, Hadjianestis’in yunan birliklerinin başına getirildiği dikkate alınırsa Yunanlıların, gözlerini kırpmadan ve içlerinde küçük bir sızı duymadan insanları nasıl öldürebildikleri ve koca bir Türk şehrini, kılları kıpırdamadan nasıl bombaladıkları kolayca anlaşılır. İşte bu psikolojik duygular altında bulunan Yunanlılar, 7 Haziran 1922’de Samsun’u bombaladılar. Bombardımanın açık sebebi, bu şehirde bulunan askeri araç ve gereçlerin tahribi isteğinin reddedilmesi, gerçek sebep ise, Yunanistan’daki iç karışıklıkları önlemek, kamu oyunu sükunete getirmek, Yunan halkının ve ordusunun moralini yükseltmek idi. Türkler tarafından yakalanarak Türk deniz filosuna katılmış olan Enosis adlı Yunan gemisinin öc’ünü almak ta bombardımanın sebepleri arasında mütalaa olunabilirdi. Sebepler ne olursa olsun, 7 Haziran 1922 saat altıda üç savaş gemisi ile beş nakliye gemisi Samsun limanına girmiş, bunların başında bulunan kişi, ilgili makamlara bir ültimatom vererek, Samsun’daki askeri eşya ile silah ve cephanelerin bir saat içinde yok edilmesini istemiş, aksi takdirde şehri bombalayacaklarını bildirmişti. Bunun üzerine askeri ve sivil makamlar, durumu hemen Ankara’ya duyurmuş ve aldıkları cevabı, Yunanlılara bildirmişlerdi. | ||
![]() |
![]() | #115 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu cevapta Samsun askeri bir üs değildir, bu sebeple bombalanamaz, bombalandığı takdirde sorumluluk Yunanlılara ait olur. Eğer halk ve halka ait meskenler bombalanırsa “Buna karşı misilleme hareketinde” bulunulur deniliyordu. Bununla beraber saat onbeş’ten sonra bombardıman başladı ve 17.30’a kadar sürdü. Düşman beş yüz’e yakın mermi atmıştı. İstanbul ve Ankara Hükümetleri tarafından protesto edilen bu olayın yankıları henüz sona ermemişti ki, daha önemli meseleler birinci planda yer aldı. Gerçekten Sakarya Savaşından sonra İzmir’in Yunanlılardan alınacağı söylentileri gittikçe kuvvetlenmişti. Bu durum karşısında Rumlar, bir “İonia Devleti kurmak üzere bir milli savunma ligası” teşkil ettiler. Bu hususta en çok çalışanlardan birisi İzmir metropolit’i Chrysostomos idi. O ve onunla birlikte bu yolda yürüyenler, İzmir ve Manisa çevresini bu suretle Yunanistan’a katmayı mümkün görüyorlardı. 24 Haziran 1922’de Yunanlılar, “İzmir’de Polis teşkilatını üzerlerine” alırlarken “Rumların İzmir Müdafaa Birliği de (Smyrna Defence League), Ionia Devletinin kurulmasını istenmiş, 8 Temmuz’da da İzmir’deki Yunan Baş Komiseri Sterghiades, “Mümkün olduğu kadar süratle İzmir Muhtar Mıntakası” isteğinde bulunmuştu. “Ümitsizlik içinde bazı delice düşünceler” peşinde koşan Yunan Hükümeti ise “Hıristiyanların, Çerkeslerin ve diğer anti Kemalistlerin emniyette ve selamette kalabilecekleri” düşüncesiyle, 27 Temmuzda Ionia idaresinin kurulmasına karar vermiş ve Ionia Muhtariyyeti, Sterghiades tarafından 30 Temmuz’da ilan edilmişti. | ||
![]() |
![]() | #116 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Fakat Yunanlıların bu tutumu çevre halkı üzerinde olumlu bir hal meydana getirmedi, tersine olarak memnuniyetsizliği artırdı, “İzmir Müftüsü ile Maarif Komisyonu”nun istifa etmesine sebep oldu; Ionia Muhtariyyeti lehinde hazırlanan mitinglere Rumlar bile gitmedi. İşte bu sıralarda idi ki Yunanlılar, İstanbul’u işgal etme hevesine düştüler. Çünkü Onlara göre, Türklere barışı zorla kabul ettirmek için bundan daha iyi çare olamazdı. Bu sebeple, Türklerin yeni bir taarruza girişeceklerinden de kuşkulu bulunan Yunanlılar, 29 Temmuz 1922’de, Atina’daki İngiliz elçisini Dışişleri Bakanlığına davet ederek bir nota verdiler. Bu nota’da, barışın yapılabilmesi için İstanbul’un mutlaka kendileri tarafından işgal edilmesi gerektiği ileri sürülüyor ve işgal için Müttefiklerin izni isteniliyordu. Fakat onlar, daha önceden, İstanbul’un işgali için gerekli planlarını hazırlamış ve gerekli tertipleri almış bulunuyorlardı. Nitekim İstanbul limanındaki Yunan savaş gemileri, manevra bahanesiyle 27 Temmuz’da Marmara’ya açılmış, Anadolu’dan iki tümenlik bir kuvvet, deniz yolu ile ve gizlice Trakya’ya yollanmıştı. Yunanlılar, dördüncü kolordularını, İstanbul’u işgal için yeter görüyorlardı. Çünkü bu kolorduya karşı çıkacak Türk kuvvetlerinin, güvenlik kuvvetleri dahil, 9000 kişi kadar olduğunu biliyorlardı. Ancak Yunanlılar, İstanbul’un Müslüman nüfusunu ve İstanbul’daki Türk gizli teşkilatını hiç hesaba katmamışlardı. Halbuki, İstanbul’da. semt semt teşkilat kurulmuş ve şehrin savunulması için 60 bin kişi hazırlanmıştı. | ||
![]() |
![]() | #117 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mesûdiyye zırhlısından sökülen 75 milimetrelik iki top’dan birisi, “Kasımpaşa’daki büyük Cami’in tabutluğuna, diğeri Kulaksız’da bir mandıra’ya gizlenmişti”. 57 milimetrelik iki ayrı top da, bir subayın evine götürülmüş bulunuyordu. Haliç’teki gemilerde bulunan bütün subaylar, İstanbul’un savunmasında görev almış bulunuyorlardı. Bu savaşta yaralanacaklar için yetecek kadar ilaç ve sargı bezi Haliçteki Deniz Hastanesinde depolanmıştı. Sözün kısası vuruşma için her şey hazırdı. Öte yandan ‘Yunanlıların’ İstanbul’u işgal etme istekleri, Müttefiklerce hoş görülmedi. Özellikle, “İstanbul’un ve Boğazların İngiliz kontrolü altına girmesi demek olan böyle bir hareket”, Fransa ve İtalya’da pek olumsuz karşılandı. Bu sebeple Fransa Başbakanı Pouncaré İstanbul’da bulunan “General Pellé’ye gönderdiği talimatta, Yunanlıların İstanbul’a duhullerine müsellehan mumanaat edilmesini ve hatta İngilizler bu surete muvafakat etmeyecek olurlarsa Fransa askerinin münferiden; hareket eylemesini” bildirmişti. Türkler ve Rumların sokaklarda birbirlerinin boğazlarına sarılmasına sebep olabilecek olan bu hareketi, bir çok İngilizler gibi, General Harington da yerinde bulmuyordu. Onun için “Bu çılgın tasarı” karşısında o, Yunanlılara karşı Çatalca hattını savunmak üzere, “İngiliz ve Fransız birliklerinden bir kısmını Fransız generali Charpy’nin emrinde” 28 Temmuz’da oraya gönderdi. İngiliz donanması da Akdeniz’e açılmıştı. Çatalca’ya giden Müttefik birlikleri hemen siperlerini kazdılar ve savunma tertipleri aldılar | ||
![]() |
![]() | #118 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| . Nevile Henderson ile General Harington tarafından yapılan bir açıklamada ise, “İstanbul’a nereden gelirse gelsin - ister Türkler, ister Yunanlılardan - her türlü saldırının Müttefiklerce püskürtüleceği” belirtiliyordu. Bu açıklamaya Fransa ve İtalya yüksek komiserleri de katılmışlardı. Ancak Yunanlılar İngiliz hükümetinin kendilerini arkalayacağını ummakta idiler. Fakat bu hükümet, o sıralarda müttefiklerinden ayrılmayı İngiliz çıkarlarına uygun görmemiş ve 31 Temmuz 1922’de Fransa ve İtalya ile birlikte Yunan isteklerini reddetmiş ve Müttefiklerin işgalleri altında bulunan bölgelere yapılacak tecavüzü önlemek üzere “Müttefik ordular dumanlandığına emir verilmiş olduğunu kendilerine bildirmişti. Bununla beraber Lloyd George, 4 Ağustos 1922’de Avam Kamarasında yine de Yunanlılar lehine konuştu, Yunanlıların her savaşta üstünlük gösterdiklerini söyledi ve Türkleri tehdit etti. Fakat Lloyd George’un bu tehdidinden ve “Güzel konuşma yeteneğinden Türk ulusunun liderinin kılı bile kıpırdamamıştı. Yunanlıların İstanbul’u işgal etme istekleri başka yerlerde iyi karşılanmamıştı. Nitekim Romanya’da bir gazete, “Türkleri sulhun akdini ta’cile mecbur etmek için Yunanlıların İstanbul’a girmek istemeleri, anlaşılmaz bir haldir. Böyle bir hareket Türklerle uyuşmayı büsbütün ortadan kaldırır, dedikten sonra, gerçek olan bir şey varsa o da Yunan milletinin bir an önce barışa kavuşmak arzusudur. Böyle bir barış için Müttefiklerin çalışmaları kafi gelmedi. Bir kerre de Atina’da iş başında bulunanların, barış amacına yöneltilmiş olağanüstü bir çaba göstermeleri gerekir” diyordu. | ||
![]() |
![]() | #119 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bir Belçika gazetesi ise aynı konu üzerinde “Yunanlılar ordu ile harb edemiyorlar, tarafsız bir şehre saldırıyorlar” dedikten sonra Yunanlıların İstanbul’u işgal etmelerinin, Müslüman aleminde büyük ve haklı bu nefret meydana getireceğini ve bu yüzden Anadolu’daki azınlıkların tehlikeye düşeceğini yazıyor. Morning Post gazetesi de, “Bu savaşta Türkler, mevcudiyetleri ve vatanları için harb ediyorlar. Halbuki Yunanlılar, hiçbir hakla kendilerine ait olmayan, silah ve kılıçla asla elde edemeyecekleri bir İmparatorluğu fethetmek için çalışıyorlar” diyordu. Sözün kısası, hiç bir yerde destek bulmayan Yunanlılar, Müttefiklerin enerjik tutumu karşısında, İstanbul hakkındaki isteklerinden vazgeçmek ve 15 Ağustos 1922’de imzaladıkları protokol ile dördüncü Yunan kolordusunu, “Hatt-ı fâsıl’dan altı kilometre” geri çekmek zorunda kaldılar. 4- Sakarya savaşından sonra Türk silahlı kuvvetleri, “Eskişehir – Afyon hattında yerleşen düşman karşısında” toplanırken, Türk Genelkurmay’ında Yunan ordusunun kuvvetlenmesine zaman bırakılmaması ve hemen onlara taarruz edilmesi düşüncesi hakimdi. Bundan dolayı 15 Ekim 1921’de Batı Cephesi Komutanlığına bazı direktifler verilmişti. Bunlara göre Türk ordusunun, kış basmadan ve Sakarya yenilgisinin düşman üzerindeki etkisi silinmeden taarruza geçmesi; bu taarruza büyük kuvvetlerle Afyonkarahisar bölgesinde başlaması, bu sebeple de hazırlıklarını çok kısa zamanda bitirmesi gerekiyordu, bu hususları göz önünde tutarak hazırlanmış bir plan da vardı. Türk İstiklal Savaşı tarihinde “Sad” harekatı diye adlandırılan ve üzerinde komutanlarca fikir birliğine varılmayan bu plan, mevsimin ilerlemesi, hava şartlarının kötüleşmesi, devamlı yağmurlar yüzünden yolların bozulması ve ordunun yeter derece’de hazırlanamaması yüzünden uygulanamadı. | ||
![]() |
![]() | #120 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bununla beraber hemen taarruz edilecekmiş gibi hazırlıklara devam olundu, bu arada Batı Cephesi Komutanlığı, başlıca iki ordu halinde teşkilatlandırıldı. Bunlardan, Nureddin Paşa’nın komuta ettiği Birinci Ordu Akarçay’ın batısında, Ya’kup Şevki (Subaşı) Paşa’nın komutasındaki İkinci Ordu ise Akarçay’ın kuzeyinde idi. Her iki ordunun küçük rütbedeki subaylara çok ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç, İstanbul’dan gelenlerle “Ankara Talimgahından” yetişenler ve Birinci Dünya Savaşında düştükleri esirlikten kurtularak şehir ve kasabalarına dönen tecrübeli yedek subaylarla giderilmeğe çalışılıyordu. Ordunun er noksanı ise, 14/15 Eylül 1921 gece yansından itibaren geçerli olmak üzere ilân edilen “Seferberlik” sonunda, o anda si1ah altında bulunanların “Bakaya ve 1315, 1316, 1317, (1899, 1900, 1901) doğumluların hemen askere alınması ile tamamlandı. Bunlar, “Yozgat, Kastamonu, Bolu, Kayseri, Niğde, Kırşehir, Aksaray, Karaman, Kadınhan mıntıkalarında yedi piyade, bir süvari depo alayı ve bir topçu ve bir makinelitüfek depo kıt’ası” kurularak eğitim gördüler, küçük manevralar ve uygulamalar yaptırılmak suretiyle de bir taarruz savaşı için hazırlanarak Batı Cephesine gönderildiler. Bundan başka Ankara’daki bütün birlikler, Jandarma’ya yardımcı olarak kullanılan bir kısım piyadelerle süvariler, kıyı koruma teşkilatından ve Adana bölgesindeki kuvvetlerden bazı birlikler, dairelerde ve öteki kuruluşlarda çalışanların azaltılması sonunda elde edilen askerler ve yeni teşkil olunan 16. Tümen ile Kocaeli’nde bulunan 17. Tümende Batı Cephesi emrine verildi. Bu suretle Batı Cephesinde ilk defa 200 bine yakın insan bir araya gelmiş oluyordu. Taarruz için toplanan ve yeter görülen bu insanların elbiseleri İtalyanlardan, Fransızlardan ve yurt içinden sağlanıyordu. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |