![]() | |
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
![]() | #221 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Olay Bursa'da kabul töreni sırasında geçer: --Koca bir salona girdik. İçerisi dolu. Atatürk, salonun orta yerinde, ayakta duruyor. Tabur tabur mektepli çocuklar, kafile kafile gençler, orta yaşlılar, ihtiyarlar, kadın, erkek, herkes orada... Atatürk'ün önünden geçiyorlar. Geçerlerken hepsinin elini sıkıyor. Sıra bana gelinceye kadar onu uzaktan doya doya seyrettim. Mavi gözleri insanı ipnotizma ediyor, derler ya, hakikaten öyleydi. Mamafih uzaktan bana bir şey yapmadı. Demek ki herkesin üzerinde tesiri aynı değil, diye düşündüm. Büyük söylemişim. Benim de bulunduğum saf, ilerleye ilerleye el sıkma sırası bana geldiği zaman bir acayip şaşkınlığa uğradım. Pot kıracağım diye içime kurtlar girdi. Korktuğum da başıma geldi. Atatürk elini uzattı. Ben de uzattım. Elimi sıktı. İş bitti değil mi? Ne gezer. Atatürk elimi bırakmıyor. Bir daha sıkıyor. Herkesin elini bir defa sıkan Büyük Adamın benim elimi üst üste iki defa sıkması ne sebep Yarabbi. İçim gururla doldu. Ayrılacağım sırada Atatürk elimi üçüncü defa, sonra dördüncü defa sıkmaz mı? Alimallah Mongolfiye balonuna doldurulan gaz, benim içimi dolduran gurur ve iftihar hissinin hacmi yanında bir nefeslik hava kalırdı. Başımı kaldırıp Atatürk'ün yüzüne baktım. İnce dudaklarında hafif, bir tebessüm, mavi gözlerinin içinde istihzaya benzer bir belirti gördüm. Elimi bir kere daha sıktı. İşte o zaman kafama dank etti. Meğer ben, onun elini sıkıp ileriye doğru yürüyeceğim yerde, geri gitmeye hazırlanıyormuşum. O da her seferinde beni elimden çekip doğru yola sevketmek istiyormuş.-- (Banoğlu, 1954-b:92-93). | ||
![]() |
|
![]() | #222 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Öykünün --yanılma-- bölümü (ki karizmanın gerçeğe dönüşünü anlatıyor bu bölüm) bir yana bırakılırsa, --İpnotizma eden gözler-- kavramının, liderdeki karizmayı vurgulayan bir fizik ve manevi özellik olarak ortaya çıktığı çok açık olarak görülmektedir. Şimdi çok daha ilginç bir anıya bakalım. Anlatan, Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa'nın oğlu Sabah Sait'tir. Olayı Burhan Göksel dinlemiş ve Zafer gazetesinin 10 Kasım 1956'da yayınlanan sayısında yazmıştır (Arıburnu, 1976:24-417). Anı Dicle Nehri üzerinde bir motorda Irak'ta anlatılmaktadır: --Bir vakitler Hava Kuvvetlerimizde genç bir pilot subaydım. Bir gün fena bir kaza geçirdim. Ayaklarım birkaç yerinden kırılmıştı. Irak'taki tedavi yeter gelmemişti. Doktorlar, İngiltere'de tedavime lüzum gösterdiler. Sedye içerisinde gittiğim Londra'dan babam, annem ve nişanlımla beraber ancak koltuk değnekleriyle dönüyordum.. Dönüşte çoğu defa olduğu gibi yine İstanbul'a uğramıştık. Bir akşam ailece Taksim'de bir gece kulübüne gitmiştik. Hazırlanan masada dans edenleri seyrediyorduk. Neşe içerisindeki salonda birden dans durdu. İçeri Büyük Atatürk girmişti. Herkes gibi biz de sevindik. Ayağa kalktık, babamla her zamanki gibi dostane selamlaştı. Masamıza oturmak şerefine eriştirdi. Caz tekrar başladığı zaman Atatürk, nişanlımla dans etmek arzusunu belirtti. Birkaç tur yaptıktan sonra masaya döndüler. Nişanlım yerine oturmamıştı. Atatürk bana döndü, sihirli ve kuvvetli gözleriyle bakıyordu: --Haydi bakalım havacı, nişanlınla dans et!-- | ||
![]() |
![]() | #223 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Şaşırmıştım. Koltuk değneklerim yanımda ve gözükmekteydi. Halimi arzettim. Henüz yürüyemediğim için emirlerini yerine getiremeyeceğime üzüldüğümü söyledim. Bu sözleri sanki duymamıştı. --Nişanlını dansa kaldırmanı istiyorum!-- diye tekrarladı. Bu sert sözler karşısında ağzımdan bir kelime çıktığını hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, yerimden kalktığım ve aylardır taşıdığım ve belki de yıllardır taşıyacağım koltuk değneklerine el sürmeden nişanlımı aldığım ve gayet tabii bir yürüyüşle salonun ortasına ilerleyip dans ettiğimdir. İşte o andan itibaren koltuk değneksiz yürüyorum ve çalışıyorum.-- Öyküyü aktaran Burhan Göksel, anısını şöyle sürdürüyor: --Dinleyicilerden biri söze karıştı: --Ne kuvvetli bir emir değil mi?-- Çok eski anılara dönen ve adeta onu tekrar yaşayan Sabah Sait Bey cevap verdi: --Hayır efendim, o emir değildi. O, Atatürk'ün büyüleme kuvvetiydi.-- | ||
![]() |
![]() | #224 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu öyküde de gözler yine ön plandadır. Üstelik, karizmanın ya da kerametin doğaüstülüğü, --büyüleme kuvveti-- deyimi ile iyice vurgulanmıştır. Aslında, Atatürk gibi, Japon Veliahtı ile buluşmadan önce, Japonya'yı inceleyen; Afgan Kralı ile buluşmadan önce, Bayur'a Afganistan'ı inceletip rapor hazırlatan bir büyük liderin , Irak'ın önemli bir yöneticisi olan Nuri Sait ile oğlunun sorununu konuşmamış olması düşünülemez. Çok büyük bir olasılıkla, Sabah Sait'in artık iyileşmiş olduğu ve yürüyememesinin psikolojik nedenlere bağlı bulunduğu kendisine anlatılmıştı. O da büyük liderliğini ve etkileyici kişiliğini bu psikolojik engeli ortadan kaldırmak için kullanmış ve başarıya ulaşmıştı. Zaten Sabah Sait'in sözleri onun, Atatürk'ün kerametine inandığını açıkça ortaya koymuyor mu? Bu inancın, psikolojik etkişi hiç kuşkusuz, bir kişiyi yeniden yaşama kavuşturabilir. Bu öykünün önemli yanı, liderin karizmasına yaşarken inanılması ve bu inancın yabancılarca bile paylaşılmış olmasıdır. Şimdi aynı karizmatik özelliklerin fizik görünümüne ilişkin olanları çok daha etkili bir biçimde bir ozanın, Ahmet Haşim'in ağzından dinleyelim. 1928 yılında şöyle yazıyor Ahmet Haşim: | ||
![]() |
![]() | #225 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Fotoğraf adesesine zerre kadar itimadım yoktur. Binaenaleyh, fotoğraf aletinin keşfiyle portre ressamının vazifesine nihayet bulmuş nazarıyla bakanlara hak vermek bence müşküldür. Şekil ve madde, ziya'nın inikaslarına göre anbean tahavvül eder. Bu itibarla hiçbir çehrenin, evsafı muayyen bir tek tecellisi yoktur. Fırça sanatkarı, tersim edeceği çevre üzerinde uzun müddet hayatın cezir ve meddini tarassut etmek, onu birçok tahavvüllerinde zapteylemek suretiyle nihayet hakiki hüviyetinin gizli tatlarını sezmeye ve görmeye muvaffak olur. Fotoğraf, bu dimağı tahlil ve terkip kudretine malik değildir. Onun için hassas cam üzerinde teressüm eden şekle bir vesika kıymeti izafe edilemez. Gördüğüm fotoğraflara nazaran biraz şişman, biraz yorgun, biraz hututu kalınlaşmış bir vücutla karşılaşacağımı zannederken, kapıdan bir ziya dalgası halinde giren mütekasif bir kuvvet ve hayat tecellisi ile birden gözlerim kamaştı. Hadekaları en garip ve esrarengiz maddelerden masnu bir çift gözün mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlatıldığı asabi bir çehre; yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi... Muntazam taranmış noksansız, sarı genç saçlar... Bütün zemberekleri çelikten önce, yumuşak, toplu, gerilmiş, terütaze bir uzviyet. Altıyüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi eski ilahlardaki gibi iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir alemin tekevvühüne yol açan fikirler kaynağı bir baş, bir yanardağ zirvesi gibi, taşıdığı ateşe lakayit, mavi sema altında samit ve mütebessim duruyor.-- | ||
![]() |
![]() | #226 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ahmet Haşim, bu şiirsel, fakat liderin karizmasını açıkça yansıtan satırlarını şöyle bitiriyor: --Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafa döktüğü feyizli seylabelerden yegane müteessir olmayan meğer onun genç başı imiş.-- (Ahmet Haşim, 1966:13-14). İşte karizma budur: Yalnız yetenekler açısından değil, fizik görünüş açısından bile insanüstü, doğaüstü nitelikleri kendinde taşıyan bir lider. 10) Kişisel bakımdan son derece dürüsttü. Kendi malvarlığını bile ülkesine bağışlamış olması, onun kişisel dürüstlüğünün bir simgesi olarak düşünülür. Örneğin, Atatürk Orman Çiftliği'ni hazineye devrettiği gün Meclis koridorlarında şu sözler konuşulmaktadır: --Atatürk, İsmet'in muvaffakiyetini ister. Ona yardım için bunu yapmıştır.-- --Ahlak bakımından emsalsiz verilmiş bir ders karşısında bulunuyoruz. Hükümete diyor ki, yolunuz budur. Ziraat yoludur. Benim tecrübelerimden istifade ediniz.-- --Zaten Atatürk'ün çiftlikleri denilen şeyler Türk'ündü. Çünkü Atatürk Türk'tü. O, bütün varlığını Türklüğe veren eşsiz bir insandı. -- --Atatürk, birçok çorak yerlerde mamureler vücuda getirdi. Kimse evvelden buna inanmazdı. Bu, Türk'e, senin önünde halledemeyeceğin hiçbir şey yoktur demek içindi.-- | ||
![]() |
![]() | #227 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| --Büyük taarruz sırasında zaferden sonra yeni mücadele. Türk iktisadını yükseltme, Türk köylüsünün iktisadiyatını yükseltmeden bahsetmişti. Şimdi yine aynı işareti veriyor.-- --Ne mutlu ki Türk Milletine ki, kendini kurtaran Ata'sı kendisine sevgisini bütün varlıklarını vermekle ispat ediyor. İstiklalini veren Atatürk, şimdi kendi varlıklarını da vererek onun refahını temin etmek istediğini tebarüz ettiriyor.-- Bütün bu konuşmaları aktaran Us, sözlerine şöyle son veriyor: --Saltanat hanedanı hala milletten gaspedilmiş malları muhafaza için avukatlar tutarak mahkemelerde uğraşırken Atatürk'ün bu teberruu ne kadar manalıdır.-- (Us, 1966:145-146). Mustafa Kemal Atatürk, hem başarıları ile, hem bu başarılara hazırlanışı ile, hem de bütün bunları toplum içindeki değerlendirişiyle, karizmaya ya da keramete gerçekten hak kazanmış bir liderdi. Şimdi, bu özelliklerini daha yakından görelim. O zaman, kendi karizmasını, kendi kerametini nasıl hazırladığını ve nasıl değerlendirdiğini daha iyi anlayabileceğiz. ::::::::::::::::::: | ||
![]() |
![]() | #228 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| III-) ATATÜRK'ÜN KENDİ KARİZMASI KARŞISINDAKİ TUTUMU Gerçek bir lider olmanın birinci koşulu, hiç kuşkusuz, insanın kendi karizmasına inanmamasıdır. Bunu kendi kültürümüzün deyimiyle söylersek, --kerametine-- inanılan lider, kendi --kerametine-- kendisi inanmamalıdır. Aslında, --karizma-- ve --keramet-- terimleri hemen hemen aynı anlama gelir. Bilindiği gibi, --karizma-- bir insanda var olduğu sanılan insanüstü, doğaüstü niteliklerdir. --Keramet-- ise, ermişlerin velilerin gerektiği zaman gösterdikleri olağanüstü yetenekler ya da ermişçesine yapılan iş, yahut söylenen söz anlamına gelir. Türkçede --Keramet sahibi insan-- ermiş demektir. Hızır Aleyhisselam'ın kerametlerinden söz edilir. Ya da ikinci anlamında, dalkavukların bir söz karşısında, --Keramet buyurdunuz efendimiz-- diye yanıt vermelerinde görüldüğü gibi kullanılır. Hiç kuşkusuz, keramet de, bütün doğaüstü anlamlı sözcükler gibi dinsel kökenlidir. İşte bir liderin birinci niteliği gerçekçilik olduğuna göre, gerçekçi bir kişinin, kendisinin doğaüstü yeteneklere sahip olduğuna inanması beklenmez. Üstelik, kendisinde insanüstü yeteneklerin ve niteliklerin bulunduğuna inanan bir insanın uzun süre kendisini ve çevresini buna inandırması olanaksızdır. Ancak gerçekçi bir liderin, gerçekçi değerlendirmelerinde ve eylemlerinde görülen isabet, ona, çevresi tarafından --yanılmazlık-- gibi, insanüstü niteliklerin efsanevi bir biçimde yakıştırılmasına yol açabilir. Gerçekten de tarihe baktığımızda, deliler ya da sapıklar dışında hiçbir liderin kendi --keramet--ine ya da kendi --karizma--sına inanmadığını görürüz. Fakat, büyük liderlik için bu da yeterli değildir. Çünkü, insanın kendi karizmasına inanmaması, onu bir büyüklük kompleksinden (megalomani) kurtaramayabilir. Bir liderin açısından düşünüldüğünde büyüklük kompleksi ile kendi kerametine inanmak arasında, sonuçları bakımından pek de büyük bir fark yoktur. Her iki nitelik de, insanın kendi gücünü abartmasına ve sonuç olarak yanılmasına yol açar. | ||
![]() |
![]() | #229 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Öte yandan, kendi yeteneklerini ve gücünü küçümsemek de bir lider için bağışlanmaz bir yanlış olarak ortaya çıkar. Bir başka deyişle, büyüklük kompleksi bir lider için ne denli zararlıysa, dozu kaçırılmış bir tevazu da o denli engelleyici olur. Çünkü o zaman, yapılabilecek işler başarılamaz, ulaşılabilecek hedeflere varılamaz. Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği, devrim toplumbilimi açısından değerlendirirken, hiç kuşkusuz, kendisinin bu liderliği nasıl gördüğü, nasıl ürettiği ve nasıl kullandığı çok önemli ögeler olarak ortaya çıkar. Bir liderin kendisini nasıl gördüğünü bilmeden, onun liderlik eylemini değerlendirmek olanaksızdır. Atatürk'ün yaşamı dikkatle incelendiğinde, liderlikle ilgili tutum ve davranışları üç ayrı bölümde insanın gözüne çarpar. Birinci bölüm, hazırlık aşamasıdır. İkinci bölüm, kendisinin kendi bireysel niteliklerini nasıl gördüğü ve değerlendirdiğidir. Üçüncü bölüm ise, topluma mal etmek, ulusal niteliğe büründürmek istediği değerlerle ilgili davranışlarıdır. ::::::::::::::::::: 1) Hazırlık Aşaması Mustafa Kemal Atatürk, her durumda ve her fırsattan yararlanarak, kendisini liderliğe hazırlamıştır. Mustafa Kemal'in ilk şansı Selanik'te eski usul mahalle mektebine gitmek yerine, o zamanki koşullara göre devrimci bir eğitim uygulayan Şemsi Efendi'nin okuluna gitmesidir. Ezbercilik yerine aktif metodu uygulayan Şemsi Efendi, okulun bir de kız bölümünü açmış aydın bir eğitimciydi. 1873 yılında Selanik'te valiliğe başlayan Mithat Paşa, başarılarından dolayı, kendisine Padişah nişanı bile verdirmişti. İşte Atatürk'ün 10 Ocak 1922 tarihli Vakit'de yayınlanan kendi anılarına göre, evde annesiyle babası arasında bir tartışma konusu olan okul seçimi, sonunda, böyle bir okula gitmesiyle noktalanmıştı (Baydar, 1967:30) . | ||
![]() |
![]() | #230 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu şansını iyi değerlendiren Mustafa Kemal, ilkokuldan sonra, annesinin karşı koymasına bakmaksızın, kendi girişkenliği ile subay olmaya karar veriyor. Bu da, subay seven bir çocuğun bilinçsiz bir taklitçiliği sonucudur. Mustafa Kemal, kendi anlatışına göre, komşusu bir binbaşının Askeri Rüştiye'ye giden çocuğunun okul elbisesine özendiği için Askeri Rüştiye'ye gider (Gençosman, Banoğlu 1971:33). Buraya dek şans ögesinin etkileri görülmüştür. Askeri Rüştiye'den başlayarak, şansın azaldığını, bilinçli hazırlığın arttığını görüyoruz. Aslında, Askeri Rüştiye'ye giriş de çok bilinçsiz bir seçim değildir. Hiç kuşkusuz bu olay, Mustafa Kemal'in kişilik niteliği olarak buyruk vermekten hoşlanmasının ve buyurma gücünü simgeleyen üniformaya karşı duyduğu arzunun bir sonucudur. Aslında Mustafa Kemal konusunda psikolojik ve psikiyatrik ögelere ağırlık veren bir çalışmanın, muhakkak ki Gandi ve Luther gibi kişiler için yapılmış olan çalışmalar kadar aydınlatıcı ve ilginç sonuçlar vermesi beklenir. Babasının çocuk yaşta ölmesi, annesinin yeniden evlenmesi ve Mustafa Kemal'in buna karşı tepkisi, kız, kardeşleriyle ve mahalle arkadaşlarıyla ilişkileri, hep, onun biçimlenmekte olan kişiliğinin önemli ipuçlarını veren olaylardır. Biz bu noktaları, başka bir çalışma alanı oluşturdukları için bir yana bırakarak, onun kendi liderlik rolüne bilinçli olarak nasıl hazırladığını incelemeyi sürdürelim. | ||
![]() |
![]() |
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ![]() |